Bu yazı hizmet kalitesi amacıyla kayıt altına alınmaktadır!
Herhalde ‘Görüşmelerimiz hizmet kalitesi standartları gereği kayıt altına alınmaktadır” kalıbını telefonda duymayanların sayısı çok azdır. Alt tarafı bir battaniye aldığımızda mağazayı aramak zorunda kalırsak bile buna benzer bir ses bandıyla karşılaşıyoruz ya da telefondaki müşteri temsilcisi bize bu küçük hatırlatmayı yapıyor.
Şimdi buraya kadar duruma aşinayız ama oyun büyükmüş!? Dünyada pek çok firma yapay zeka şirketleriyle çalışıyor. Diyelim ki bir hizmet ya da ürün aldığınız bir yeri aradınız. Bazen tatlı bir ses tonuyla söylenen şu cümleyi duyuyorsunuz “Size daha kolay yardımcı olmamız için arama nedeninizi birkaç kelimeyle anlatabilir misiniz?” İddialara göre siz arama yaptığınızda yapay zeka sistemi devreye giriyor ve konuşma tarzınızdan, vurgularınızdan hakkınızda bir profil çıkarıyor. “Arkadaş canlısı”, “Sinirli” ya da “Sabırsız” olarak etiketlenebilirsiniz. Müşteri temsilcileri de sizin profilinize göre belirleniyor. Olumlu, konuşkan bir tipseniz satın alma konusunda daha hevesli olabileceğiniz düşünülüyor ve pahalı ürünleri satma konusunda daha başarılı bir müşteri temsilcisi size cevap veriyor. Böylece bu müşteriyi kazanıp ona ürün satma şansı maksimize edilmiş oluyor.
Bu anlattıklarım uzak bir gelecekmiş gibi görünse de dünyada ses bazlı pazarlama aktiviteleri yapılıyor. ABD’deki UPENN üniversitesinin profesörlerinden Joseph Turow, ‘The Voice Catchers: How Marketers Listen In To Exploit Your Feelings, Your Privacy, And Your Wallet’ (Türkçeye şöyle çevirebiliriz: Ses avcıları: Pazarlamacılar duygularınızdan, mahremiyetinizden ve cüzdanınızın içindekilerden istifade etmek için sizi dinliyor) adlı kitabı için araştırma yapmış. Dergi ve gazetelerden binin üzerinde yazı tarayarak ses profili üzerine çalışan şirketler hakkında bilgi toplamış, ABD ve AB’nin biyometrik gözetim kanunlarını araştırmış, patentleri analiz etmiş. Bu endüstriden 43 kişi ile birebir görüşmüş.
Tüm bu çalışmasından edindiği sonuç müşterilerin cebi için çok da yararlı sayılmaz: Ses profilleme üzerinden ilerleyen yeni bir pazarlama çağının ilk evresindeyiz ve pazarlamacılar için bu teknoloji pazarlamanın gelecekteki olmazsa olmazı.
Bu ses analiz sistemleri sesi sadece konuşma tarzı olarak değil, ses tonu üzerinden de analiz edebiliyor. Araştırmalar ses tonunun insanların duygularına, kişiliklerine hatta fiziksel özelliklerine ışık tuttuğunu söylerken pazarlamacılar da teknolojinin kendilerine sunduğu fırsat karşısında ellerini ovuşturuyor.
Ses profillemeye dayalı pazarlama, artık hepimiz için sıradan hale gelen internet bazlı pazarlamadan daha etkili olarak değerlendiriliyor. İnternette gezinirken arkada bıraktığınız arama geçmişiniz nedeniyle bazı reklamlarla karşılaşabilirsiniz ama yanılma payı yüksektir. Ama sesinizin tonu, konuşma tarzınız analiz edilip kişilik analiziniz belirlendiğinde pazarlamanın hedefi olmaktan korunmak o kadar kolay olamayabilir.
Üstelik bu ses profilleme sistemleri sadece çağrı merkezleriyle de sınırlı olmayabiliyormuş. Akıllı telefonlarımız ve sanal asistanlar gelişmiş makine öğrenimi algoritmalarına bağlı ve ne dediğimizin yanında nasıl söylediğimizi de analiz edebiliyor.
Örneğin Amazon’un akıllı bilekliği Halo, ailenizle, arkadaşınızla veya patronunuzla konuşurken duygu durumunuzu doğru tahmin ettiğini iddia ediyor. Şirket her ne kadar duygu durumunuzu kendi amaçları için kullanmayacağını taahhüt etse de bu bileklik bile tek başına bu teknolojinin kullanılabileceği anlamına geliyor. Diğer teknoloji devleri de ‘bizim yararımız’ için benzer ürünlerin patentlerini almış durumda.
Tüm bunlardan şikayet etsek de kaçmak kolay değil gibi görürüyor.
Bir hamburger alayım, iyi pişmiş laboratuvar eti olsun...
Olurdu, olmazdı, yahu kim yer bunu… Ha bire icat çıkartıyorlar, mis gibi et varken yemem ben bunu, ne laboratuvar kebabı mı yiyeceğiz… Laboratuvarda et üretimi yapma denemeleri ilk konuşulmaya başlandığında pek çoğumuzun kulağına olmayacak bir iş gibi geldi, hatta bu ancak bilim kurgu filmlerinin senaryosu olur dendi. Ama oldu! Teknolojideki baş döndürücü gelişme sonunda köfteyi, bifteği, tavuğu da ağına aldı. Çılgınca artan dünya nüfusu, azalan kaynaklar derken belki de başka çıkış yolu yok.
Birleşmiş Milletler (BM) Gıda ve Tarım Örgütü, 2030 yılında toplam et üretiminin yüzde 10’u ya da biraz daha fazlasını bu etlerin oluşturacağını söylüyor. 2025’e kadar da seri üretime geçileceği konuşuluyor.
İddialar çok cesur ve proteinin geleceğinin bu etler olduğuna inananların sayısı azımsanmayacak kadar fazla. İngiliz yatırımcı ve iş adamı Sir Richard Branson 30 yıl içinde geçmişe dönüp baktığımızda hayvanları yemek için öldürdüğümüze inanamayacağımızı söylüyor. Bill Gates de (evet yine o) çevreyi korumak için zengin ülkelerin bir an önce yapay etlere yönelmesi gerektiği görüşünde. Her iki ismin de bu konuda üretim yapan şirketlere yatırım yaptığı mevzusunu da es geçmeyelim!
Yılda kişi başı 41 kilo et mi?
Küresel et endüstrisi yaklaşık 1.4 trilyonluk bir pazar. Et yememiz için yılda 70 milyardan fazla hayvan, 90 milyardan fazla balık ölüyor. Yılda 350 milyon ton et tüketiliyor. Dünya çapındaki tarım arazilerinin yüzde 77’si de çiftlik hayvanlarını yetiştirip beslemek için kullanılıyor. Üstüne üstlük BM Gıda ve Tarım Örgütü hayvansal ürünlere olan küresel talebin 2050’ye kadar yüzde 45 artacağını öngörüyor. Ne de olsa küresel olarak 1965’te kişi başına et tüketimi 24,2 kg’dan, 41,3 kg’a çıktı. “Kasapta etin fiyatı el yakıyor nerdeee yılda 41 kilo et yemek, şaka mısın, ayıptır” diyenleriniz olabilir. Ne yapayım global rakamlar bunlar. Zaten Çin dünya et ürünlerinin yüzde 28’ini tüketiyor. Gözümüz yok, yarasın şifa olsun!
İyi güzel de öyle laboratuvarda et üretmek falan kolay iş mi? Hadi ürettin, yaygınlaştırmak nasıl mümkün olur, sever miyiz, sevmez miyiz? Geleceğin protein kaynağı denilen etlere tadında bir bakış atalım...
Yöntem ilk olarak 2013 yılında Hollanda’da denendi. Laboratuvarda geliştirilen etle yapılan hamburger tanıtıldı. Ama sorun şuydu; fiyat hamburger başına 250 bin euroydu, 4 yıl sonra 490 euroya düştü. O günden beri üretim teknolojileri ve mühendislikteki gelişmelerle bu fiyat iki haneli sayılara düştü. Ayrıca bu yöntemlerle üretim yapan gıda firmalarına yapılan yatırımlar da milyar dolarla ifade ediliyor. Beklenti ise çok büyük. Pazarın 2029’da 140 milyar değerinde olması, 10 yıl içinde yüzde 1000 büyümesi bekleniyor. 2040 yılında geleneksel üretilen etlerin geri planda olacağı, ‘yeni’ etlerin yüzde 60 pazar payına sahip olacağı iddiası uçuk gelse de imkansız değil. Dünyaca ünlü bazı fast-food markalarının şimdiden bu etleri mönülerine katmaya başladıklarını da hatırlatalım.
“Yapay et değil, kültür eti!”
Belki çoğu kez konuyla ilgili ‘yapay et’ ya da ‘sentetik et’ tanımını duydunuz ama bu işe baş koyanlar ‘temiz et, ‘kültür eti’, ‘laboratuvar üretimi et’ tabirlerini kullanmayı tercih ediyor.
Bu etler üç yolla üretiliyor. Bitkisel bazlı; bunlar alternatif protein kaynaklarından üretilen etler. Örneğin bezelye, pirinç, maş fasulyesi proteini ve Hindistan cevizi karışımı. Hatta pancar suyundan hamburger yapanlar oldu. Veganlar özellikle bu tarz ürünleri tercih ediyor. İkinci yöntem hücresel üretim (kültür eti de deniyor.) Bunun için ihtiyaç duyulan üç şey var; hayvan hücreleri, bu hücreleri beslemek için uygun bir ortam ve büyümelerini sağlamak için bir biyoreaktör. Üçüncü yöntem hücresiz üretim. Kanda bulunan proteinlerin ve bu proteinleri üreten genlerin bakterilere aktarılarak yapılma şekli. Hiçbir yöntemde hayvanlara zarar verilmiyor. Biyoloji dersi gibi anlatmaya gerek olmadığından işin teknik detaylarını bu kadarla bırakalım.
İddialar bu etlerin besin değeri açısından diğer etlerden bir farkı olmadığı yönünde. Doğal etlerdeki bazı hastalık risklerinin de laboratuvar etlerinde bulunmamasının bir avantaj olduğu görüşü var.
Son dönemde Türkiye’de de gençler arasında vejetaryenlik ve veganlığın arttığı gözlemleniyor. Bu dünyanın pek çok ülkesinde de paralellik gösteriyor. Hayvanların üretim şekillerinde yapılan yanlışlar, hayvan hakları ve küresel iklim değişikliği gibi konulara karşı eski kuşaklara göre çok daha hassas olan gençler bu yeni protein kaynaklarını benimsemede daha hevesli. Çünkü bu üretim biçimlerinin çevreye olan zararının geleneksel yöntemlerden az olduğu iddia ediliyor. Bir rapora göre hücre kültürlü etin sera gazları salınımını yüzde 96, enerji tüketimini yüzde 45 azaltıyor, ayrıca bu etlerin üretimi için yüzde 95 daha az alana ihtiyaç var. Ancak kesin sonuç çıkarmak için henüz erken, farklı araştırmaların sonuçlarını da dikkate almak gerekiyor. Üstelik bazı araştırmacılar laboratuvarda üretilen etlerin güvenilirliğini sorguluyor.
Son bir yılda kat edilen yola, bu konuda kanaat önderi olarak bilinen isimlerin görüşlerine bakarak söz konusu etlerin yaygın hale geleceğini söylemek mümkün. Artıları eksileri neler hep birlikte bekleyip göreceğiz...