Bırakalım doğa başının çaresine baksın!

Uluslararası Doğayı Koruma Birliği’nin (IUCN) 2020’de 36 hayvan ve bitki türünün yok olduğu açıklamasını kim bilir kaç kişi okudu! IUCN’nin kırmızı listesinde 128 bin 918 nesli tükenen ve tükenme tehdidi altında bulunan canlı yer alıyor. Orta Amerika’da yaşayan 5 kurbağa ve kertenkele türü 25 yıldan fazladır görülmüyor. 100 yıldır görülmeyen bir çekirge, 5 bitki, 6 ağaç türü var. Meşe ağaçlarının üçte biri de yok olma tehlikesi yaşıyor.

Doğal Hayatı Koruma Vakfı’nın (WWF) ‘Living Planet 2020’ raporu da pek parlak değildi. Kuş, memeli hayvan, balık ve sürüngen nüfusunda 1970-2016 yılları arasında yüzde 68 oranında azalma oldu.

Ne yazık ki konuyla ilgili bütün veriler can sıkıcı. Bilindiği kadarıyla uygarlığın başından bu yana ormanların yüzde 46’sı tahrip olmuş. İnsanoğlu olarak memelilerin yüzde 83’ünü, deniz memelilerinin yüzde 80’ini, bitkilerin yüzde 50’sini yok etmeyi başarmışız.

Belki şu anda “hadi canım” diyebiliriz ama kurtların, kaplanların, aslanların, fillerin olmadığı bir dünya uzak bir gelecekte olmayabilir. Doğal yaşam alanlarına öyle bir zarar verdik ki, geri dönüşü çok zor...

yanginr.jpg

Yeniden vahşileştirme!

Yine de hiç azımsanmayacak çabalar var. Türkiye’de yaşanan yangınlarda öğrendiğimiz en önemli şey, yanan ormanlara bilinçsizce ağaç dikilmesinin yanlış olduğuydu. Bu uyarının gerisinde yavaş yavaş bütün dünyada yaygınlaşmaya başlayan bir kavram var; rewilding. Bu kavramı yeniden vahşileştirme ya da yabana dönüş olarak çevirmek mümkün. Şahsen yeniden vahşileştirme benim daha hoşuma gitti!

Rewilding kavramı ilk kez 1980’li yılların sonlarında biyolog Michael Soulé ve vahşi yaşam aktivisti Dave Forman tarafından kullanıldı. O günden sonra da dünyanın çeşitli bölgelerinde bu kavram kapsamında bazı uygulamalar yapıldı. Çünkü anlaşıldı ki doğayı korumak asla yetmiyor onun iyileşmesine de izin vermek gerekiyor.

Aslında kavramın özü basit; insanoğlu bir adım geri at ve doğanın kendi kendini yönetmesine izin ver. Çünkü doğanın kendi yolları var ve hayatta kalma, kendini yönetme konusunda en iyisini bilir. Ekosistemleri onarmak için doğal süreçlere güvenmek gerekiyor. Biz bu hassas dengeye müdahale etmezsek, uzun ama gerçekten çok uzun bir süreçte biyolojik çeşitlilik artabilir.

Ekosistem bozuldu ve hayatlarını bu konuya adamış bilim insanlarına göre “bari elimizde olanı koruyalım” anlayışıyla hareket etmenin faydası olmayacak. Görünüşe göre tek yol doğayı eski haline döndürmeye çalışmak. Yaban hayatı türleri dünyada vahşi yaşamın en canlı olduğu bölgelerde bile büyük ölçüde azaldı, ekosistemin sağlıklı bir şekilde devam etmesinde kritik önemi olan türlerin çoğu tükendi. Raporlar net: Sağlam bir ekosistem bizi iklim değişikliğinin etkilerine karşı daha dirençli kılabilir.

Önümüzdeki günlerde daha çok tartışılacağına inandığım rewilding, 1990’lı yıllarda çok küçük bir çevrede konuşulurken ilk amaç büyük yırtıcı hayvan türlerinin doğaya geri kazandırılmasıydı. Anahtar tür olarak kabul edilen ve yaban hayatında çok önemli rolleri olan türlerin doğaya yeniden kazandırılması rewilding kavramının çıkış noktasıydı. Anahtar türler arasındaki kurtların, vaşakların ve diğer yırtıcı hayvanların ekosisteme dahil edilmesinin diğer bitki ve hayvanlara dolaylı olarak fayda sağladığı biliniyordu.

İlerleyen dönemde tahrip olmuş ormanların, artık kullanılmayan tarım alanlarının hayvanlarla birlikte bazı bitki türlerinin de insanların yardımıyla yeniden ekosisteme dahil edilmesi gerekliliği gündeme geldi. Uzmanlar diyor ki ekosistemin bozulma düzeyi düşükse doğayı kendi haline bırakalım, bazı durumlarda da doğayla uyum içinde yardımcı olup sonra geri çekilelim.

Peki tüm konuşulanlar sadece kağıt üzerindeki bazı taslaklar mı yoksa rewilding uygulamalarının örnekleri var mı? Yaptığım kısa bir araştırmada ciddi çalışmalar yapıldığını gördüm. Örneğin İngiltere’de Rewilding ile pek çok proje var. Hızla yükselen bir trend olarak görülen rewilding ile ilgili en önemli sorun bu süreçlere rehberlik edecek net kuralların belirlenememiş olmasıydı. Kısa bir süre önce farklı ülkelerden yüzlerce bilim insanı rewilding uygulamalarıyla ilgili yol gösterici pek çok ilkeyi açıkladı.

Bazıları yeniden vahşileştirmenin modern insandan önceki zamana mamutların, moaların, smilodonların dünyada cirit attığı bir dünyaya dönme hayali olduğunu düşünüyor. Ama aksine rewilding geleceğe ve doğanın karşılaşacağı zorluklara bakmak ve bunu düzeltmenin yollarını aramakla ilgili. Türlerin birbirine bağlı habitatlar arasında hareket etmelerine yardımcı olmak vahşi yaşam nüfusunun yeniden inşasını mümkün kılabilir.

95 yaşındaki ‘Sir’ unvanlı doğa tarihçisi David Attenborough “Gezegenimize istikrarı geri kazandırmak için biyolojik çeşitliliğini, ortadan kaldırdığımız şeyi geri getirmeliyiz… Dünyayı yeniden vahşileştirmeliyiz” derken bu kavramın en ateşli savunucularından biri olduğunu gizlemiyor.

2015 yılında kurulan Rewilding Britain’in genel müdürü Rebecca Wringley’e göre sel, yangın gibi doğal ‘afet’lerin meydana gelmesine izin vermek vahşi yaşamın direncinin artmasına yardımcı oluyor.

İklim için yeniden vahşi yaşam...

Rewilding iklim değişikliğinin etkilerini azaltmaya yardımcı olma potansiyeli nedeniyle de giderek daha da fazla dikkat çekiyor. Örneğin yeniden vahşileştirilmiş ağaçlar büyüdükçe daha fazla karbonu emiyor, sel riskini azaltıyor. Bazı araştırmacılar ise otlayan ineklerden ‘kurtularak’ meraların yeniden büyümesine izin vermenin 2050 yılına kadar küresel fosil yakıt emisyonlarının dörtte birinin emilebileceğini iddia ediyor.

Peyzaj yapılmadan kendi haline bırakılan küçük bir bahçe bile ‘vahşileştirilmiş’ bir alan olarak kabul ediliyor ve bu küçük önlemin bile iklim ve biyolojik çeşitlilik açısından fark yaratacağı söyleniyor. Çünkü doğal olarak büyümeye bırakılmış tek bir metrekarelik küçük alan bile insan eliyle şekillendirilmiş, sadece birkaç bitki/çiçek içeren bahçeye kıyasla 40’tan fazla bitki türü içerebilir ve bu da böcekler ve diğer hayvanlar için inanılmaz yarar sağlayabilir.

Dünyanın tropik ormanlarını fillerle, Amerikan tapirleri gibi meyve yiyen memelilerle vahşileştirmenin iklim üzerinde ağaç dikmekten daha etkili olduğu bilgisi ise gerçekten şaşırtıcı. Çünkü bu hayvanlar sert ağaçların tohumlarının yayılmasında hayli başarılı.

Günün birinde bir bizonla selamlaşıp, vaşakla göz göze gelir miyiz bilemem ama rewilding’in daha mütevazı projelerle de olsa Türkiye’de de uygulanması fena olmaz...

yuruyusr.jpg

Canınızı sıkmayın, 10 bin sihirli bir sayı değil!

900, 9700... Ha gayret biraz daha dayandın mı 10 bin olacak ve hedefine ulaşmış olacaksın! Hele bir de bazı uygulamalar 10 bin adımı tamamladığınızda sanki olimpiyatta derece yapmış atletmişsiniz gibi coşkulu bir müzikle konfetiler içinde coşku veriyor ya havaya girmemek elde değil. Günde 10 bin adım atmanın sağlık üzerine faydaları var kabul de insanın moralini bozuyor, psikolojik baskı yaratıyor.

Pek çoğumuz telefonunda attığımız adımları sayan uygulamalar, akıllı saatlerle günlük 10 bin hedefini tutturmaya çalışıyoruz. Ne de olsa her yerde bu 10 bin adım sağlık için sihirli bir sayı gibi hatırlatılıyor. Oysa bu hedef Japonların geliştirdiği bir adımsayar için bir pazarlama kampanyasında oluşturulan rastgele bir sayı. Ama görünen o ki bu kampanya o kadar başarılı olmuş ki, akıllı saatler ve telefonlar da ’10 bin’ diyor da başka bir şey demiyor.

Ama canınızı sıkmayın iyi haber geliyor... 10 bin adımdan daha az adım atmak da aslında sağlığımız için iyi. Bu sonuca varmak için 11 yıl süren büyük bir araştırma yapıldı. ABD’deki Massachusetts Üniversitesi’nden bilim insanları farklı etnik kökenlerden gelen 2 binden fazla orta yaşlı yetişkini izledi. Günde en az 7 bin atım atanların, günde daha az adım atanlara kıyasla yüzde 50 ile yüzde 70 daha düşük ölüm riskine sahip olduğu belirlendi. Haydi gözümüz aydın, yeni sihirli rakamımız ‘7’ oldu!

Çalışmada ortaya çıkan ilginç bir bulgu daha var. Bu çalışmaya göre 7 bin adım atarak yapılan egzersiz düşük sıklıkta yapılsa da orta sıklıkta yapılsa da ölüm riskindeki düşüş üzerinde pek bir değişiklik göstermiyor.

Harvard Tıp Fakültesi’nde de benzer bir araştırma yapılmış. Bu çalışma, ortalama yaşı 72 olan kadınların ölüm riskini önemli oranda azaltmak için 4400 adımın yeterli olduğunu savunuyor.

3 bin, 5 bin, 7 bin rakamlara takılmayıp yürüyelim arkadaşlar...

YORUMLAR (8)
YORUM YAZ
UYARI: Hakaret, küfür, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış, Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır. (!) işaretine tıklayarak yorumla ilgili şikayetinizi editöre bildirebilirsiniz.
8 Yorum