Terörizm ve kimlik
Irak ve Suriye‘de Şii milislerin gerçekleştirdiği eylemler IŞİD veya El Kaide‘ninkilerden daha az vahşi, talepleri daha makul, yöntemleri de daha insani değil.
Fakat El Kaide‘nin ve IŞİD‘in terörist oldukları global olarak kabul görürken, aynı durum Şii milisler için geçerli değil. Hatta, Haşdi Şabi milislerinin direkt olarak Irak Başbakanlığına bağlanması, Irak‘ın yasal bir güvenlik gücüne dönüştürülmesi örneğinde olduğu bu milislerin bazıları yasal ve/ya resmî bir zırha sahipler.
Direkt Batı veya Batılıları hedef almamanın dışında, El Kaide veya IŞİD‘i terörist kılan unsurların kahir ekseriyeti bu milis gruplar için de geçerlidir. Fakat her iki grup için farklı kavramlar kullanıyoruz. İki grup arasındaki en önemli farklardan birini, grupların ana kütlelerini oluşturan militanların kimlikleri oluşturmaktadır. El Kaide ve IŞİD militanlarının ana kütlesini Sünni Arap‘lar (veya Sünniler) oluştururken isminde de anlaşılacağı üzere Şii milislerinkini farklı ülke ve milletlerden gelen Şiiler oluşturmaktadır.
Öyle görünüyor ki bu gruplardan birini terörist diğerini de milis kılan asıl gerekçeyi, fail ile failin mağdur ettiği kesimlerin kimliklerinde aramalıyız, sadece ne yaptıklarında değil.
Konuyu daha açmak için; terörist kimdir veya terörizm nedir? Özellikle dinî referanslı gruplar kabaca bu sınıflandırmaya nasıl dahil ediliyor? sorularını cevaplandırmamız gerekiyor.
Paul Wilkinson‘ın yaptığı sınıflandırmaya göre siyasal terör aşağıdaki başlıkları içeriyor: terörü meşrulaştıran bir felsefenin varlığı, siyasal bir hedef gözetme, bu hedefe ulaşmak için ayrım gözetmeyen şiddet kullanımı, uzun sürecek bir korku atmosferinin yaratılmaya çalışılması, ‚dava‘ uğruna ölümün yüceltilmesi ve bu davranışlarla bir kitleyi etkileme. Her ne kadar din vurgusu yapılsa da Ortadoğu‘daki terörizmin gerekçelerinin de hedeflerinin de çoğunluğu siyasaldır. Fakat bunların dinî referanslarla yapılması, siyasal terörizmi tanımlarken kullandığımız referanslara ek kıstasların da eklenmesine yol açıyor.
Örneğin, dinî referanslı grupların terörist olarak tanımlanmasında kullanılan önemli kriterlerden birini de mevzubahis grubun sınır-aşırı, ulus-ötesi iddia ve taleplere sahip olması oluşturmaktadır. Mesela ulus devlet sınırlarını aşan bir halifeliğin inşası gibi.
Sınır aşırılık sadece taleplerle sınırlı kalmıyor aynı zamanda grubun demografisini de içeriyor. IŞİD de El Kaide de bu kategoriye uyuyor. Dile getirdikleri talepleri günümüzün ulus devlet paradigması içerisinde konumlandırmak veya anlamlandırmak pek mümkün değil. Eylemlerini grubun katı iç mantık örgüsü, dünya görüşü, din anlayışı ve eylemden umulan sonuca (başarı) referansla meşrulaştırıyorlar. Her iki yapı da aktivitelerinin yoğunlaştığı coğrafyalarda güçlü bir yerel zemine dayansalar da ciddi bir uluslararası militan demografisini de içlerinde barındırıyorlar. Örneğin IŞİD içerisinde eski Sovyet coğrafyasından, Avrupa‘ya kadar, Mağrep‘ten Körfez‘e kadar birçok farklı milliyet barınıyor. Hedefine ulaşmak için hem IŞİD hem de El Kaide, şiddeti ve terörü sistematik bir şekilde kullanıyorlar. Korkuyu enstrümantal bir şekilde kullanma, kolektif cezalandırma ve kitlesel itham ile suçlu ilan etme bu grupların temel karakteristiklerinden başlıcalarını oluşturmaktadır.
Tabii ki bu grupların bazı türevlerinin yukarıdaki manzaraya tamamıyla uymadıkları, örneğin ciddi manada yerelleştikleri ve yerel talepler dile getirdikleri ortadadır. Yemen‘deki Arap Yarımadası El Kaide’si de Suriye‘deki El Nusra da böylesi bir özelliğe haiz. Fakat bu grupların da ideolojik tutumlarıyla eylemlerinin yanı sıra sınır aşırı vizyonları Batı‘nın onları terörist parantezine almalarını kolaylaştırıyor. Ezcümle, yukarıdaki sayabildiğimiz ve sayamadığımız birçok özellik nedeniyle bu gruplara terör sıfatı yakıştırılıyor ve bu da kimseden itiraz görmüyor.
Bu verileri ele aldığımızda, bugün Irak ve Suriye‘de faaliyet gösteren birçok Şii milis grubun da aynı paranteze alınması gerekir. Örneğin bugün Suriye‘de dünyanın birçok farklı ülkesinden sınır aşırı hedefler (ki bunları mevcut ulus devlet mantığı içerisinde meşrulaştırmak mümkün değil) için savaşan veya savaştırılan binlerce Şii milis var. Pakistan, Afganistan, Irak, Lübnan, hatta Körfez ve Afrika‘dan getirilen binlerce Şii milis Suriye‘de savaşıyor.
Doğu Halep‘in düşmesi sırasında yaşanan olayların da gösterdiği gibi bu gruplar şiddeti de terörü de korkuyu da çok sistematik ve sonuç odaklı kullanıyorlar. Sırf bir kimliğe veya daha açık ifade etmek gerekirse mezhebe mensubiyet nedeniyle kitlesel katliamlar ve cezalandırmalara girişmekten hiç sakınmıyorlar. BM, uluslararası insan hakları örgütleri, Batılı devletler ve yerel kaynakların hepsi bu milislerin işledikleri kitlesel suç ve kullandıkları sistematik şiddete dair rapor, bilgi ve belgeye sahipler.
Şii milisler işledikleri suç ve katliamlarla İslam‘ın ilk dönemlerinde yaşanan iktidar mücadelesinin sebebiyet verdiği ‚haksızlıkların‘ intikamını bugünün koşulları içerisinde aldıklarını düşünüyor ve bunu beyan ediyorlar. Tıpkı El Kaide ve IŞİD örneğinde olduğu gibi, bu milisler dünyayı dar mezhepçi perspektifin ikili şablonlarıyla okuyorlar. Siyasal sadakatleri vatandaşı oldukları devletlerden ziyade bir dinî şahsa ve merciyedir.
Yıllarca Pakistan ve Afganistan‘daki bazı medreselerin El Kaide başta olmak üzere global ‚jihadi‘ hareketlere militan yetiştirdiğini tartıştık. Bu medreselerin rehabilite edilmeleri üzerine hem içeride hem de dışarıda birçok insan kafa yordu. Bu konuda bir külliyat oluştu. Benzer durum bugün İran‘da mültecilerle (mülteci kamplarıyla) alakalı yaşanmaktadır. İran‘a mülteci olarak gelen Afgan ve Pakistanlılar bölgenin birçok sıcak noktasına milis olarak gönderiliyorlar. Bugün Yemen‘de, Suriye‘de ve Irak‘ta İran‘a mülteci olarak gelen insanlar milis olarak savaşıyorlar. İran‘ın mülteci politikasının nasıl bir milisleşme sürecine yol açtığı üzerine kafa yorulmasına, bu konuda ciddi çalışmaların yapılmasına ihtiyaç duyulmaktadır.
Bütün bu resim terörizm ve terörist kavramlarının genel olarak dünyada özel olarak Ortadoğu‘da yaşadığı açmazları bize göstermektedir.
Terörizm gittikçe sadece Sünni Arap ve İslamcı bir fenomen olarak pazarlanıyor. Bu kavramın artık güçlü kimliksel ve ideolojik ön kabulleri var. Kim teröristtir? sorusuna cevap verirken aslında çoğu zaman bilerek veya bilmeyerek eylem değil kimlik tanımlıyoruz. Yani, ne yaptığınız, nasıl yaptığınızdan çok; kim olduğunuz, nasıl bir ideolojiye sahip olduğunuz terörist olarak tanımlanıp tanımlanmayacağınızda ana kritere dönüşüyor.
Bu durum mevzubahis kavram veya kavramların içini boşaltıyor. Fiilleri nedeniyle bu kavramlarla anılmaları gereken gruplar resmen bu sıfatları almadıkları için, terör ve terörizm parantezinde değerlendirilebilecek her eylemi daha az maliyetle ve rahatlıkla işleyebiliyorlar. Ya bu kavramların tekrardan gözden geçirilmesi gerekiyor, ya da bu ‚milisleri‘ tanımlarken kullandığımız sıfatların.
Ezcümle, failin ve kurbanın kimliğinden bağımsız olarak, terör ve terörist kavramlarının eylem, yöntem ve amaçla ilişkisinin tekrardan tesis edilmesine ihtiyaç duyulmaktadır.