Darbe ve dış politika

Darbeye kalkışan her yapının bir dış politika tasavvuru ve söylemi vardır. Nitekim, Türkiye’deki bütün darbe müteşebbisleri bu teşebbüslerinin daha ilk aşamalarında dış politika mesajları vermeyi, Türkiye’nin uluslararası yükümlülüklerine bağlı kalınacağı tahaddünde bulunmayı bir zorunluluk olarak görmüşlerdir. Yaşanan son darbe girişi-mi/terör saldırısı da aynı geleneğe sadık kaldı. Darbe ve darbecilerin dış politika hesapları olur. Bu tehdidi bertaraf eden sivil iradenin de yeni dönemde dış politikasını gözden geçireceğini beklemek gerekir.

Darbe girişimi Türkiye dış politikasını nasıl etkileyecek? Darbe girişiminden önce Türkiye’nin başlattığı dış politikada makas değişimi ve ölçek küçültülmesi siyaseti devam edecek mi? Darbeden sonra Türkiye-ABD ve Türkiye-Batı ilişkileri nasıl şekillenecek? Eğer Türkiye geleneksel müttefiklerinin tutumundan rahatsızsa, ki aksi mümkün değil çünkü Batı’da darbe karşısında Türkiye’ye sunulan destek hala çok cılız durumda, bunları ikame edebileceği başka opsiyonları var mı? Bunlar yeni dönemde cevaplanmayı bekleyen başlıca soruları teşkil etmektedir.

Birincisi, bu ölçekteki bir darbe girişiminin dış politikayı etkilememesi düşünülemez. Türkiye’nin dış politikası, hem siyasal elitin bilinçli tercihlerinin eseri hem de darbeyle mücadelesinin sonucu olarak bu süreçten etkilenecektir. Özellikle Batı’da darbenin daha kaderinin belli olmadığı saatlerde başlayan Türkiye eleştirileri katlanarak devam edecek gibi görünüyor. Türkiye’nin darbe sonrasında Gülen şebekesi ve terör yapılanmasıyla girişeceği hesaplaşma, Batı’da Türkiye’nin daha fazla demokrasi-otoriteryanizm bağlamına sıkıştırılmasına yol açacaktır. Açıkcası,Türkiye’nin bu algıyı ve tartışmayı değiştirebilecek çok fazla bir opsiyonu bulunmamaktadır. Ancak sembolik bazı adımlarla bu çizilen resimde bazı soru işaretlerinin ortaya çıkmasına yol açabilir ama resmin ana mahiyetini değiştiremez. Bu sembolik adımların başında da iktidarla muhalefetin beraber ortaya koydukları resmin sadece Türkiye ile sınırlı tutulmayıp, yurt dışına da taşınması gelir. Buna ilaveten eğer Kürt meselesinde siyaset tekrardan devreye girerse Batı’da çizilmekte olan Türkiye resminde bazı gediklerin açılmasına yol açar.

İkincisi, darbeden önce Türkiye’nin yaşadığı makas değişimi ve ölçek küçültülmesi Türkiye’deki iç politika başlıklarından ziyade bölge ve uluslararası bağlamdaki değişimlerden kaynaklanıyordu. Bölgesel bağlam ve yapı, Türkiye’nin dış politikasında yüzleştiği sorunların niteliğindeki dramatik değişim ile daha önceki dış politikasının mevzubahis sorunların üstesinden gelecek niteliğe sahip olmaması, dış politikadaki değişim arayışının başlıca gerekçeleriydi. Bir siyaset olarak bu devam edecektir. Ama burada bazı modifikasyonlar olacak gibi görünüyor. Örneğin, darbe girişiminden önce sıkça gündeme gelen Mısır’la ilişkilerin tamiratı düşüncesi ve söylemi belli bir süre daha bekleyecek gibi görünüyor. Mısır medyasının darbeye açık destek sunması, Mısır’ın hâlâ Türkiye’deki darbe girişimini mahkum eden bir açıklamada bulunmamış olması ve BM Güvenlik Konseyi’nde darbe girişiminin kınanacağı bildiriyi bloke etmesi Mısır ile yeni bir sayfanın yakın bir dönemde açılmasını güçleştirmektedir. Üçüncüsü, darbeden sonra Türkiye, ABD ve Batı’nın performansından rahatsız olduğunu defaatle ortaya koydu. ABD’nin darbeden en azından haberdar olduğu algısı haklı olarak hem toplum hem de siyaset sınıfının kahir ekseriyetinin paylaştığı bir yargı durumundadır. Yine, Fethullah Gülen’in hâlâ ABD’de olması ve kısa vadede teslim edileceğine dair bir emarenin olmaması Türkiye-ABD ilişiklerini zehirleyecek bir niteliğe sahip. Bundan sonra Türkiye-ABD ilişkilerinin, en azından Türkiye tarafı için, en önemli gündem maddesi Gülen’in iadesi ve ABD’deki Gülen şebekesinin faaliyetleri olacaktır. Burada özellikle Batı tarafı Türkiye-ABD ilişkilerinin çok boyutlu olduğunu ve onun sadece bir başlığa gömülmemesi gerektiği yönünde bir söylem kullanmaktadır. Bu, en hafif veya naif tabirle, Türkiye’nin 15 Temmuz gecesi yaşadığı olayı anlamamak veya Gülen örgütünün mahiyetini bilmemekle eş anlamlıdır. Gülen örgütü, Türkiye için varoluşsal bir tehdittir. Bu kanser, Türkiye’de devlet mekanizmasının her katmanına sızmış ve her tarafı kirletmiştir. Türkiye, kararlı bir şekilde bu kanserden ve kirden arınmalıdır.

Dördüncüsü, Türkiye’nin Batı ve NATO ile bağlarının zayıfladığı veya sorgulandığı bir döneme giriyoruz. Bu tespitten hemen sonra Türkiye’ye önerilen Rusya-Çin alternatifi gerçekçi değil. Daha doğrusu Türkiye için böyle bir alternatif yok. Türkiye dış politikasının ilgi alanına giren Balkanlar, Ortadoğu veya Orta Asya gibi bölgelerde Türkiye ile Rusya bazı başlıklarda birlikte çalışabilirler. Fakat stratejik bir ilişki tarzı geliştiremezler. Bütün bu coğrafyalarda Türkiye’nin dış politika çıkar ve vizyonuyla Rusya’nınkiler örtüşmemektedir. Örneğin, Türkiye-Rusya ilişkilerini kötüleştiren ana gerekçe Rus jetinin düşürülmesi değildi. O sadece bir sonuçtu. Ana gerekçe Türkiye ile Rusya’nın Suriye’deki öncelik, hedefler ve stratejilerinin çatışmasıydı. Önümüzdeki dönem Türkiye’nin Batı ile yaşadığı sorunları Rusya-Çin ikilisinin ikamesi ile telafi edeceği bir dönem olmayacaktır. Bunun yerine, önümüzdeki dönem Türkiye’nin dış politikası üzerine daha fazla kafa yoracağı, öncelikleri, hedefleri, imkanları, ittifakları ve opsiyonlarını sahici tartacağı bir dönem olmalıdır.

YORUMLAR (1)
YORUM YAZ
UYARI: Hakaret, küfür, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış, Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır. (!) işaretine tıklayarak yorumla ilgili şikayetinizi editöre bildirebilirsiniz.