Brexit’ten sonra Türkiye, AB ve Avrupa
İngiltere’nin AB’den çıkması Türkiye’yi nasıl etkiler? Bu sorunun cevabını vermeden önce bir noktayı netleştirmemiz gerekiyor: Eğer kast ettiğimiz şey Türkiye-AB ilişkileri ise, bunun negatif etkileneceğini beklemeliyiz. İngiltere’nin çıkış kararından sonra AB’nin önünde iki opsiyon bulunuyor. Birincisi, bu kararın verdiği panik havasıyla AB daha fazla kendi sorunlarıyla uğraşan, daha fazla içine kapanan bir yapıya dönüşebilir. Böylesi bir AB’nin genişleme iştahı olmayacaktır. Hele ki bu genişleme İngiltere’den çok daha fazla yükü sırtında taşıyan ve çok daha fazla sorun üretmesi muhtemel olan Türkiye gibi bir ülkeyle olacaksa.
İkinci seçenek ise AB, bu krizi kendi kurumsal yapısını reforme ederek, entegrasyon sürecindeki siyasal harmonizasyonu önceleyerek aşmaya çalışacaktır. Bu yaklaşım AB’nin entegrasyon tarihiyle uyumlu bir cevap olacaktır. Avrupa entegrasyon tarihine baktığımızda, AB’nin her bunalımını entegrasyon projesini bir üst aşamaya taşıyarak ve onu daha fazla derinleştirerek aşmaya çalıştığını görüyoruz. Bu krizden sonra da AB’den benzer bir reaksiyonu vermesini talep edecek güçlü bir damar olacaktır. Entegrasyon konusunda daha derinleşmeyi hedefleyen bir Avrupa’da kimlik çok daha önemli hale gelecektir. Avrupalı İngiltere’nin dahi AB’nin öngördüğü kimlik formundan hoşnutsuz olduğu dikkate alınırsa, Müslüman Türkiye’nin bu kimlikte kendisine yer bulabilmesi pek olası değildir. Dolayısıyla, daha fazla entegrasyon daha fazla siyasal ve kimliksel uyumluluk arayışı manasına gelecektir. Bu da Türkiye’nin aleyhine olan bir dinamiği devreye sokacaktır. Dolayısıyla, İngiltere’nin içerisinde yer almadığı bir AB’de de Türkiye, demokratik ve siyasal karnesinden bağımsız olarak, kendisine daha az yer bulabilir olacaktır.
Ama daha önce de ifade ettiğim gibi Türkiye uzun bir süredir zaten rotayı AB sürecinden ziyade, Türkiye - Avrupa ilişkilerine çevirmiş durumda. Buradaki resim biraz daha pozitif gözüküyor. Britanya, AB’den ayrılsa dahi Avrupa’dan ayrılmıyor. 2015 yılının verilerine göre Britanya, ihracatının yüzde 44’ünü gönderdiği, ithalatının yüzde 53’ünü çektiği AB ile yeni bir ilişki formu geliştirmek durumunda olacaktır.
Britanya’nın siyasi ve ekonomik ağırlığı dikkate alındığında, bu ilişki biçimi muhtemelen AB’nin hali hazırda Norveç ve İsviçre ile gerçekleştirdiklerinden farklı olacaktır. Bu yeni ilişki formu Türkiye için de bir örneklik teşkil edebilir. İngiltere tarafından uygulamaya konulacak bu örneklik Türkiye tarafından daha kabul edilebilir bulunacaktır.
Merkel’in daha önce Türkiye’ye önerdiği imtiyazlı ortaklık teklifi dönemin siyasal elitleri tarafından hemen reddedilmişti. Erdoğan, AB ile ilişkilerde “Türkiye’yi şamar oğlanı yaptırmam” demişti.
Merkel’in bu önerisi soyut olup, içeriği bilinçli olarak muğlak bırakıldığı izlenimi veriyordu.Türkiye tarafı, bu ilişki biçiminin ileride tam üyeliğin önünü kapatan ikinci sınıf bir uygulamayı ifade ettiğini düşünüyordu. Bu da bu teklife karşı psikolojik direncin ortaya çıkmasına yol açmıştı. Türkiye’de ana ligden ziyade, kendisine ikinci lig statüsünün uygun görüldüğü duygusu hakimdi.
Avrupa’yla ilişkilerde ya hep ya hiç yaklaşımı Türkiye’yi daha fazla hiçlerle tatmin olmaya itti. Bu ikisinin dışındaki bir ara formülün düşünülmesine ihtiyaç var. Bu nedenle, İngiltere’nin AB ile geliştireceği yeni ve daha esnek ilişki biçimi Türkiye için hem bir örneklik teşkil edebilir, hem de bu ilişki biçimi Türkiye’nin psikolojik reddiyesinin aşılmasında işlevsel olabilir.
Türkiye’nin AB üyeliği süreciyle Avrupa’yla ilişkileri birbirinden farklı iki başlık olup, bu ikisi arasındaki makas her geçen gün genişliyor. Şu anki yoğunlaşma ikincisi üzerinde. Ne Türkiye’deki ne de Avrupa’daki siyasal elitler düzeyinde Türkiye’nin AB sürecine ehemmiyet atfeden pek bir kimse kalmadı.
Bunun yanı sıra, Türkiye’de AB üyeliğinin, hatta Batı’yla ilişkilerin, toplumsal ve kurumsal sahipliğinde bir aşınma yaşanıyor. Bu kısmi ölçüde anlaşılabilir bir durum. Normatif Avrupa/Batı ile mevcut Avrupa/Batı arasındaki makas bugün her zamankinden daha görünür bir durumda.
Batı’nın demokrasi, insan hakları, öteki ile yaşama konusunda ortaya koyduğu çifte standart ve deneyim, onun daha önce iddia ettiği ahlaki üstünlük ile sahip olduğu normatif gücün temellerini sarstı. Fakat şu da unutulmamalı ki, Avrupa entegrasyon süreci Türkiye’nin demokratikleşme tarihinde önemli bir yere sahip. Örneğin, AB sürecinin Türkiye’nin askerî vesayetini yenmesinde kritik bir katkısı oldu. Dolayısıyla demokratikleşme konusunda bir çıpa işlevi görebilecek Türkiye’nin AB süreci, İngiltere’nin Birlik’ten ayrılmasıyla daha da zayıfladı. Buna karşın, İngiltere’nin Birlik’ten ayrılma kararı Türkiye’nin reel politik ve jeopolitik gerekçeler üzerinden merkezinde hala AB’nin olduğu ve NATO’nun daha fazla önem kazandığı Avrupa sistemine eklemlenmesine muhtemelen pozitif katkı yapacaktır.