PKK ne istiyor? HDP ne yapıyor?(II) Ve Ak Parti ne yapacak?
“HDP barajı aşarsa bu bölücü Kürt oyları ile değil, barış içinde bir arada yaşamak isteyen Türk ve Kürt oylarının sonucudur…
Bunu herkes bilir…”
Böyle diyor Bekir Coşkun, “HDP gerçeği” başlığını attığı ve sırf Ak Partinin meclis çoğunluğunu görece azaltmak için HDP’ye oy vermek isteyenleri teskin edip cesaretlendirmeye çalıştığı, 24 mayıs tarihli Sözcü Gazetesindeki yazısında.
“Tüm yoklama şirketlerinin analizlerine göre; HDP barajı aşamazsa, AKP tek başına iktidardır… Anayasayı değiştirmek ve “başkanlık” sistemini getirmek için önünde engel kalmıyor…
Ama HDP barajı aşarsa, Recep Tayyip Erdoğan’ın Türkiye’yi parmağında oynattığı dönem kapanır” diye de ekliyor.
Bekir Coşkun gibi bir kalemin de çağrısıyla cesaret bulacak ve CHP’nin sarsak ve kimliksiz umutsuzluğundan artık sıkılmış bazı CHP’liler elbette ki oylarını HDP’ye atacak.
Zaten HDP sözcüsü Demirtaş’ın da, paralel yapının diliyle konuşarak yaptığı, gülücüklü, sazlı-sözlü ve espirilerle süslü kampanyasından beklenen murad bu; Ak Parti karşısında olabildiğince dikilerek Batı’dan ve CHP seçmeninden aldığı oylarla %10 barajını geçebilmek.
Bu tavrıyla Kürtlerden özellikle de Doğu-Güneydoğu bölgesindeki desteğin azalacağını ve oyların Ak Partiye kayabileceğine ise, o oylara HPG silahları doğrultulduğu için, pek ihtimal vermiyor olmalı.
Sonucu göreceğiz.
Belli olan tek şey, 7 Haziran seçim sonuçlarının çok fazla derinlikli incelemeyi gerektireceği.
Gerçek sonuçlar da böyle incelemelerin sonucunda alınacak.
Diyelim ki Bekir Coşkun’un dediği oldu ve “bölücü Kürtler”in %6.5-8 arasına sabitlediği HDP oy oranı “barış içinde yaşamak isteyen Türk ve Kürtler”in oylarının da eklenmesiyle %10’u geçti.
Ne yazık ki Bekir Coşkun yine hayal kırıklığına uğrayacak.
Özellikle maniple edilmiş kamuoyu araştırmalarının sonuçları üzerinden hesapla beklenti oluşturma taktiği çok çabuk eskise de kullanılıyor ve Sözcü Gazetesi de zaten malumunuz.
Ak Parti seçimlerden Coşkun’un iddia ettiği gibi %40 oranıyla çıksa da yine, hükümeti kuracak parti olacak ve kendisiyle yeterli çoğunluğu oluşturmak için koalisyona gidecek parti de hazır; MHP.
Böyle bir sonuçta Ak Parti’nin kenara çekilip “buyrun siz bir koalisyon deneyin” diyeceği ve oluşacak mutlak kaostan yeni bir seçime yürüyebileceği iddiaları ise gerçekçi değil.
Ak Parti onca projesini de Türkiyeyi de kısa bir süre için bile olsa ateşe atmaz ve iktidarını, hele de bu konjonktürde, asla yarım bırakmaz.
Sonuçta Ak Partinin 4. Dönem iktidarına gidiyoruz. Koalisyonlu ya da koalisyonsuz bu görünür gerçek.
Görünür olmayan ise “Barış Süreci”nin geleceği.
PKK statükosuna hizmet etme, tüm siyasi varlığını buna adama dönemi HDP için, meclise girdiği anda bitmek zorunda.
Zira PKK’nin silahlı varlığına müsamaha gösterme döneminin sonuna geldik.
Türkiye hükümeti, barış sürecinin bekası adına, bu seçime kadar duruma katlandı ve diyalog için tüm yollar denendi.
Ak Parti tüm uygulamalarıyla barış iradesini açıkça ortaya koydu ancak bunun karşılığını alamadı. Aksine karşısına, paralel yapı söylemlerini bütün çiğliğiyle kullanan, tüm diğer sesleri susturulup Demirtaş’ın sekterliğine mahkum kılınmış bir HDP dikildi.
PKK ise askeri kanadı HPG’yi pasif konuma çekti ama sahayı yarı lümpen YDGH’ları ile terorize etmeye devam etti.
Seçim sonrasında bu durumun, aynı şekilde sürmesini beklemenin yanlışlığı ortada.
Eğer Ak parti’nin, bunca ayak oyunuyla iktidarını MHP ile gireceği bir koalisyonla sürdürmeye zolanması, gerçekleşen bir hedef olursa, TSK’nın, Doğu-Güneydoğu’da bir süpürme operasyonuna başlaması hiç de uzak bir olasılık değil.
Kaldı ki bu durum, Ak Parti tek başına iktidara gelse de (ki olasılıkla öyle olacak) değişecek gibi görünmüyor.
Bunu engelleyebilecek tek şey ise, mecliste grup kurmuş HDP’nin yıkıcı muhalefetten cayarak, Ak Parti’nin süreçteki hakkını teslimle, yapıcı politikalara, diyalog yoluna hızla dümen kırması ve bunun Kandil tarafından da kayıtsız şartsız desteklenmesi.
Demirtaş’ın arkasına aldığı tüm beş benzemez desteği ve bilindik söylemleri bunun, çok uzak bir olasılık olduğunu düşündürse de meselenin kilit noktası çok daha başka bir yerde bulunuyor; HDP’nin sessizleri.
HDP söylemlerini, belki de bu tarzı sürdürebilecek yegane kişi olduğu için tek başına sırtlamış Demirtaş’dan çok daha başka isimler olacak mecliste ve bunlardan biri de, daha barış sürecinin öncesinde “bu işi çözse çözse Erdoğan çözer” diyen ve kendisi gibi düşünenlerle birlikte derin sessizliğine gömülmüş bekleyen Leyla Zana.
Sadece Leyla Zana değil, mecliste, durumu bütün çıplaklığıyla gören, başka diğer dürüst ve sorumluluk sahibi isimlerin de ağırlıklarını koyduğu yeni bir HDP grubu beklemek ve bu grubun Demirtaş tipi politikanın çok dışında bir hareket tarzı getireceğini ummak yanlış olmaz.
Her halükarda, seçime yaklaştıkça keskinleşen söylemler ve gerilim, seçim sonrasına düşecek ve bu toz duman yatıştığında da yeni bir Türkiye görünür olacak.
Görünecek olanın, ülke halklarının nihayet sahip olduğu doğru dürüst bir iktidar partisinin yenilenmiş kadrosuyla yükselttiği çıtası olmasından başka, onun karşısında hakkıyla durabilen, doğru dürüst bir muhalefet hareketi de olacağını ummak zorundayız.
Artık sürdürülebilirliğinin sonuna gelinmiş PKK silahlı varlığı,
yeni bir Anayasanın bir an önce yapılarak hayata geçirilme zorunluluğu,
Ortadoğuda sürüp gitmekte olan kaos,
tarafları buna zorluyor ve kaçınılmaz olan yaklaşıyor.