Eskisinden de düşük yoğunluklu bir savaş.
7 Haziran seçimi sonuçlarının TBMM’de oluşturduğu bir blok var ancak o, CHP lideri Kılıçdaroğlu’nun baştan savma iddiasındaki %40’lık Ak Parti’nin karşısında %60’lık HDP-MHP-CHP bloğu değil.
Meclisteki bloklaşma, henüz kendini konjonktürün dayatmasıyla gösterme fırsatı bulamamış olsa da aslında, Yeni Türkiye-Eski Türkiye dikotomisi üzerinden okunmalı.
Bu okuma Ak Parti ve HDP’yi Yeni Türkiye ve MHP ile CHP’yi de Eski Türkiye saflarına yerleştiriyor.
Bloklaşmayı bozan ise yine, Eski Türkiye’nin süpürülememiş bir kalıntısı, ülkenin taşınması en zor eski bagajı PKK veya daha doğrusu onun seçilmiş varoluşu.
PKK yaradılışını hazırlayan, bizzaat kendi dışındaki tüm sebeplerin ortadan kalktığı 13 yıllık Ak Parti Türkiyesinde bir varoluş savaşı veriyor ve bunun şartlarını da örgütün Türkiyedeki pozisyonu değil, Suriye, Irak ve İran’daki koşullar belirliyor.
Sözügeçen yerlerdeki varlığını sürdürmek için silah, savaşçı ve maddi/lojistik desteği gereksinen örgüt, bunları ağırlıklı olarak Türkiye’den ihraç ediyor ve bu bakımdan Türkiye havzasında savaş enerjisini yüksek tutmak zorunda.
Fakat bu ancak zorlukla yürütülebilecek, incelikli bir denge politikasıyla mümkün.
PKK’nin Türkiye’de eskisi gibi bir gerilla savaşı sürdürmesinin yolu yok.,
Bu, olsa olsa intiharı olur.
O yüzden Barış Sürecinde girilen çatışmasızlık bozulmadan, TSK’nın hükümet emriyle örgütü silip süpürmek durumunda kalacağı bir harekata mecbur edilmediği, eskiden olduğundan daha düşük yoğunluklu bir çatışma ortamı kararlı bir seviyede korunuyor..
Bugüne kadar Barış Süreci’nin çatışmasızlıktan bir adım öteye gidememesinin sebebi bu.
Yoksa süreç çoktan, af ve uyum sağlama yasalarının tartışıldığı, anayasanın yapılandırıldığı, yapılandırılamasa bile gereken yasal önlemlerin alındığı bir mecraya akardı ve hiçbir PKK’li de “Silvan Barajı’nı bombalasak da mı saklasak?” diye düşünmek zorunda kalmazdı.
PKK ve siyasi uzantısı HDP, hükümetçe atılan onca adımı halının altına, bu yüzden süpürüp yok sayıyor. Süpürdükleri yerine de ortaya, kendisinin seçip döktüklerini yayıyor ve bunların müsebibi olarak hükümeti gösteriyor..
Kendisini HDP’leştirirken ortak olarak aldığı hiçbir çözümün tarafı olamayacak Türkiye Sosyalist Devrimcileri de, bu aslında oldukça açık planda PKK’nin enerjik borazanları.
Ömürlerince bir türlü ikna edemedikleri üretici sınıfların, Ak Parti taraftarı olmasından fazlasıyla rahatsız ve sürekli yenilgiden bilenmiş nefretleriyle, bütün oklarını şimdiye dek görülmemiş (en azından 12 Eylül’de görülmemiş) bir hevesle fırlatıyorlar. Bu hevesin altında, teorik çözümlemesinden itinayla kaçındıkları ama içgüdüsel olarak farkında oldukları bir gerçek var;
Ak Parti, kendisini destekleyen sınıfların da altını çizdiği gibi aslında onların asli alternatifi ve o yükseldikçe bu güya “sol”, o bilindik sekter haliyle, kaçınılmaz sonuna yaklaşıyor…
Bu gerçek karşısında ellerindeki tek silahı, medyayı, ve orada seslerini yükselttikleri, tıpkı kendileri gibi kapalı, seçkinler klubü şeklinde örgütlenmiş yaygın, satılık, pazar sahibi olmaklığına sarılıp bırakmayan, bir güdük entelijensiyayı cepheye sürüyorlar.
Bu güruh, aslında Beyaz Türklüğe özenen ve yılların aşağılık duygusu altında omurgasizlaşırken etnik kimliğine sarılmış, bir avuç (güya) Kürt aydını PKK destekçisi dışında, örgüt kadrolarının umurunda bile değil.
Tüm bu Türk ve Kürt yarı-aydınları nefret orjilerinde birbirini ağırlarken PKK üst kadroları, bölgedeki gerçek çatışmaların tehlikesinden uzakta yan gelip yatarken, “IŞİD’ı destekleyen Faşist TC Devleti” söylemiyle akllarını çalıp vicdanlarını esir aldıkları kürt gençlerini silahlandırıp, IŞİD ile savaşmaya Suriye’ye gönderiyorlar.
Bu stratejide HDP’ye düşen rol belli.
Bir oy patlaması ve seçim sisteminin leyhlerine çalışması sonucu, TBMM’ye beklenmedik bir güçle girmelerine rağmen iktidara alternatif ve/veya ortak olmayacaklarını baştan beyanları, ilerde bulunmak istedikleri tek yerin, olası bir Ak Parti iktidarı karşısında durmak olduğunun açık göstergesi (ki kendileri de bunu ifade ediyorlar).
Görevleri, PKK savaş ağaları ve aşağıya doğru sıralı kadrolar için kurgulanıp sürdürülen bu kaosda, üzerlerine düşeni yapmak.
Bütün bu kurgu ironik biçimde, meclisteki başka bir partinin, MHP’nin de işine yarıyor.
Barış Süreci’ne kategorik karşıtlığından başka hiçbir argümanı olmayan ve aslında tüm kitlesiyle birlikte çoktan Ak Parti’ye ilhak etmesi gereken Eski Türkiye kalıntısı MHP de sadece, tüm bu PKK tiyatrosundan içi bulanmış, tepkisel Ak Parti seçmeninden çalabileceği oylarla ilgileniyor ve o da hiçbir şekilde (şimdilik) iktidar istemiyor.
İstediği tek şey, eğer çok gerekir de sırf ülke iktidarsız kalmasın diye AkParti ile bir koalisyona girerse, ortağı olacağı hükümetin, ülkeyi yakın tarihli bir erken seçime götürmesi.
MHP’nin hesabı, PKK’nin rejisini götürdüğü bu oyunda, çalabileceği kadar oy çalıp, gücünün maksimuma eriştiği yerde pazarlığa oturmak.
MHP’nin gücünün arttığı o yer, mevcut PKK politikalarının, insanları “Süreç”den iyice soğuttuğu bir yer de olacağı için, elindeki insiyatifi süreci bitirmek için zorlayacağını beklemek mantıklı.
Meclisin 3. Partisi CHP, diğer Eski Türkiye partisi ve aslında bir yaşayan ölü.
Kurgu bir tarihle bulanmış kafasıyla siyasi arenada herkesin bir tarafa çektiği bir zombi gibi ve gerçeğin kafasına verdiği acıyla mızıldanarak geziyor. Onyıllardır Eski Türkiye’den biriktirdiği mirasın kalıntılarıyla besleniyor.
Ak Parti ile kuracağı bir koalisyon, CHP’yi tekrar hayata döndürebilir.
Alacağı sorumluluk ve artık hayalini bile kurmaktan vazgeçtiği “siyasi hizmet” ile genç kadrolar toparlanabilir, içine düştükleri hamaset bataklığından çıkıp, eninde sonunda hesaplaşıp helâlleşmek zorunda kalacak Eski Türkiye ile Yeni Türkiye’nin arasındaki köprüyü, CHP’deki varlıklarını koruyarak oluşturabilirler.
Ak Parti ise seçim şokunu bir eski yeteneğini devreye sokarak atlattı.
Öğreniyor ve öğrenirken de değişip gelişiyor.
Koalisyon için gerekeni yapmaya hazır.
Aslolanın, bu süreci de hakkıyla tamamlamak olduğunu biliyor.
Sonuç eninde sonunda bir erken/tekrar seçim olacaksa da, strateji seçim için değil, yapılan seçimin ellerine tututuşturduğu sonuçlar üzerinden çizilmeli.
Koalisyon için gereken neyse, sonuna kadar ve her türlü sorumluluk alınarak yapılmalı, gereken açıklıkla ve dürüstçe yerine getirilmeli.
Bu, toplumun ancak sonuna kadar güveneceği politikacılara verebildiği bir görev.
Ak Parti, o görünmüyor sandığı gizli ajandalar üzerinden taktikler geliştirip, görmemiş gibi yapan seçmenlerle iktidar olan partilerden değil.
Makul ve işler bir koalisyon hükümeti kurmak için tüm sınırlara giderek çalışmak, elden geleni samimiyetle yapmak, olmazı oldurmak değilse bile olmazı neden olmadığıyla görmek ve göstermek, seçmenin Ak Partinin sırtına yüklediği bir görev olmasının ötesinde de anlamlar taşıyor.
“Kutuplaşma” diye kurgulanıp servis edilen bir tuzak, tüm bu sürecin aşılıp geride bırakılmış bir kazanımı olabilir ve bu hiç de azımsanacak bir şey değil.
Akıl, bilgi ve dürüstlükle zafer kazanılmayacaksa kazanmanın anlamı olmuyor, zira o kazanmak değil, aslında “bir bilinmeyen” lehine ve halk aleyhine kaybetmek oluyor.
Ak Parti bunu biliyor, gerekeni de hakkıyla yapıyor.