Esasa Mukaddem Usül
Geçtiğimiz günlerde Paralel Yapı’nın en son saldırısına tanık olduk.
“Yapı”nın uzun erimli planlarıyla başından beri kurduğu ilişkiler ağı, bu ağdaki görevlilerin pozisyonlarını kullanarak çalıp kendince seçilmiş adaylara önceden dağıttığı kamu memuriyeti sınavlarının soruları, işbirliğine yanaşmayanların itibarsızlaştırma ve benzeri taktikler ile önlerinde engel olmaktan çıkarılmasıyla yargıya sızdığının bilindiği ve “yapı”nın, yasa uygulayıcılarca kovuşturulduğu bu günlerde iki hakim, bir tür intihar eylemine girişip, açığa çıkmayı göze alarak görev, yetki ve sorumluluklarını aşan bir süreci çalıştırdılar.
İlk bakışta bu eylem, Paralel soruşturmalar kapsamında tutuklanan 75 kişinin usulsüz tahliyesini hedefliyormuş gibi görünse de, belli ki asıl amaç bu değildi. Tümüyle usül ve teamül dışı kurgulayıp hazırladıkları plan, birkaç saat içinde yargı kalesinin duvarlarından sekip kadük oldu, dolayısı ile de iki hakim açığa çıktıklarıyla kaldılar.
Peki asıl amaçladıkları bir tür kanuni dalavere çevirip, 75 kişiyi “hapisten kaçırmak” değildiyse ne idi?
“Bir çözülmeyi engelleme amacıyla paralel yapı kadrolarına moral destek”, “adanmışlık ve kuvvetli bağlar algısı” türünden yan kazanımlar dışında, yukarıdaki sorunun cevabı, olayın Paralel Medya ve sair destekçilerinin yayın ve yorumlarındaki yansımasından anlaşılabilir;
“Türkiye’de Hukuk Bitti.” Paralel Medya’nın sözleşmişcesine ortaklaştığı ifadesi bu...
Görünen o ki, iki hakim, meslek hayatlarını (olasılıkla bir yerinden borçlu oldukları) Paralel Yapı’ya feda ettiler
ve “nasılsa Paralel Teror Örgütü iddiasını tutturamayacaklar” umuduyla da kendilerini, “hafif, geçici bir ateşe” attıkları kanaatiyle avutmaktalar.
Oluşturulan/oluşturulmaya çalışılan, “hukuk bitti algısı” ise, bu fedakarlığa fazlasıyla değer. Değer, çünkü güvenilirliği “0”ın altına düşümüş Paralel Medya dışında da alıcısı çok bu “mal”ın ve bunların başında da “Sol Aydınlar” geliyor.
Yukarıda sözü edilenlerin başta gelenlerinden birinin, konuyla ilgili yazısından örnekleyelim; Paris 1 Pantheon-Sorbonne ve Galatasaray Üniversitesi öğretim üyesi sayın Ahmet İnsel.
İnsel, Cumhuriyet Gazetesindeki 5 Mayıs, “Hâkimi tutuklatmak despot uygulamasıdır” başlıklı yazısında;
“Tahliye kararı “güçlünün arzusu hilafına verildiği için, “darbe teşebbüsü” ve “terör örgütüne üyelik” suçlamalarıyla hâkimlerin tutuklanmasına yol açıyor. Bu bir diktatörlük uygulamasıdır.”
diyor ve geçmişin (ona benzer gelen) uygulamalarından da örnekler sunuyor;
“Kenan Evrenhakkında iddianame hazırlayan savcıyı HSYK apar topar meslekten attı. Yaşar Büyükanıt hakkında, bir ihtimalle Gülen Cemaatinin hukuk kurmaylarının teşvikiyle aşırı abartılı bir iddianame hazırlayan savcıyı da..”
( İnsel’in yazısına link; http://www.cumhuriyet.com.tr/koseyazisi/269277/H_kimi_tutuklatmak_despot_uygulamasidir.html )
Örneklerindekilerin, hukuk yorumlayan savcılar, üzerine tartıştığımız olaydakilerin ise “yargıç”lar olması bir nüans İnsel için
ve bu seferki “hukuka müdahale”nin, öncekilerden de pervasız olduğuna dair de bir işaret. Dolayısı ile karşımızda, 12 Eylül Cuntasından da berbat bir AKP diktatörlüğü çıkıveriyor. Paralel Yapı’nın fedai hakimlerin usülsüz tahliye operasyonuyla
ve medyasında köpürttüğü “hukuk bitti” algısının en iyi alıcılarından biri, bu yorumlarıyla Ahmet İnsel oluyor.
Ortada, şimdi açığa çıkmış bulunan birçok operasyonuyla yargıya sızdığı, sızmak hafif kalır, iyice yerleştiği belli olan, operasyonlarında mahkemeleri sulandıran, sahte delil oluşturan, oluşturduğu delilleri, başka kurumlarda yetkili pozisyonlara yerleştirdiği üyelerini bilir kişi atayarak temize çıkaran bir örgüt var.
Ve gözaltındaki hakimlerin (İnsel’in sandığı gibi sicilleri değil) eylemlilikleri, örgütten olduklarına dair yeterli kuşkuyu oluşturuyor olsa da tutuklanmaları bir diktatörlüğe işaret...
Çünkü insel, görmezden geliyor. Görmezden gelemediğinde ise, “sızma”nın, önce belli bir süre uyum sağlayıp kendini belli etmemek, sonra da (işleri kapalı bir sistemde sürdürerek) hareket tarzını belli etmemek olduğunu atlayarak, “ben bunları biliyorum, bunlar eskiden hükümetle birlikte çalışıyorlardı, sonradan kavga ettiler” diyor (mealen).
“Ancak hukuk devletinin askıya alındığı savaş ortamlarında ya da lağvedildiği açık diktatörlükler ve totaliter rejimlerde görülen bir uygulamadır bu.” diyor İnsel.
Savaş yok. “Totaliter rejim” veya “açık diktatörlük” ise (belki de gözleri tamamen kapalı İnsel’e göründüğü kadar açıkta olmadığından) nerededir, bilinmiyor.
Gerçi tahminen İnsel de pek hukuk bilmiyor; “Bir hâkimin yetkisi olmadığı iddia edilen bir konuda karar verdiği sabit ise bu kararın bir üst yargı mercii tarafından iptal edilmesi zor değildir.”buyuruyor ama konumuz olayda, üst yargı merciine gerek kalmıyor.
Hakimlerin eylemi usülsüz, dolayısı ile de hukuksuz olduğundan, kararları ulaştırıldıkları savcılarca “sizin buna yetkiniz yok” denerek, bir çırpıda boşa çıkartılıyor. Çıkartılıyor ama Paralel Yapı da topu, Ahmet İnsel gibilere bir pas olarak ayağından çoktan çıkartmış bulunuyor.
Pası alan İnsel ise gözü tamamen kapalı olduğundan “diktatörlük kalesi” sandığı bir duvara (“acaba bu top niye sürekli geri geliyor?” sorusunu nedense sormadan) ardı ardına şutlar çekiyor.
Niye? Çünkü o bir “Sol Aydın” ve sol aydınlar en çok diktatörlüklerin karanlığında parlarlar, bütünüyle samimiyetten…
“Hukukta usül, esasa mukaddemdir” (Yaklaşık olarak; “hukukta usül esastan önce gelir” anlamında..)