Beklenmedik yerlerde kesişen yollar
“Çözüm Süreci” üzerine yapılan tartışmalarda sıklıkla, IRA-İngiltere, ETA-İspanya, FARC-Kolombiya süreçlerine göndermeler yapıldı ve bu örnekler üzerinden referanslar değerlendirildi.
Bu yapılırken sözü geçen örneklerin özgün koşul ve farklı özelliklerinden bahisle çekinceler konulduysa da çok önemli ve belirleyici bir farklılık gözden kaçırıldı.
Bu farklılık, Türkiye’de PKK adıyla andığımız örgütün, komşu Suriye, Irak ve İran’da, farklı isimlerle de olsa örgütlendiği ve her ülkenin koşullarına özel, değişken mücadele sürdürmesiydi.
Bunlar tabii ki herkesin bildiği gerçekler olsa da örgütün merkez aklının strateji ve taktiklerini bu 4 parçalı yapısı üzerinden nasıl ve neye göre şekillendirdiği sorusunun üzerinde pek durulmuyor.
Bir diğer gerçek de PKK’nin, ideolojik paydada çoktan iflas etmiş olduğu ya da zaten herhangi bir ideolojik hedefinin olmadığı.
Geçmiş Stalinist-Ulusalcı kimliğinden sıyrılıp yerine çevreci, cinsel / toplumsal eşitlikçi ve “kimbilir duruma göre daha neci?” deklerasyonlarını dillendiren PKK için, dün ile bugün arasında pek bir fark yok.
Kuruluşları sırasındaki hedefleri neler ise bugün de onlar geçerli ve bunlar kısaca, bölgede bir hakimiyet alanı tesisiyle , “güç odağı olmak” şeklinde özetlenebilir.
Şu sıralarda ortalarda dolaşan güzel bir şaka var;
IŞİD’e sormuşlar; “İsrail ile ne zaman savaşacaksınız?”, “Müslüman olduklarında” demiş.
Yaklaşık 1 yıldır başdüşmanı olan bu örgüt ile PKK, aslında birbirlerinden pek de farklı değiller.
PKK de mücadelesine, önce gözüne kestirdiği bölgede hakim diğer güçlerin tasfiyesi ile başlamıştı.
Bunlar arasında üyelerinin bugün gururlanarak, “biz yok ettik” dediği bölgesel feodalite’den başka, artık üzerinde hiç durulmayan sol gruplar da vardı ve bu uğurda onlarca cinayet işlediler.
Yani PKK de tıpkı IŞİD gibi, duruma göre evirip çevirdiği ideolojisinden çok daha başka amaçlarla hareket etti ve halen de bu durum değişmiş değil.
Değişen tek şey bu uğurda alınan pozisyonlara göre gelişen düşmanlıklar ile kurulan ittifaklar.
İran parçasında şimdilik sessizler ve olasılıkla hareket tarzları bölgedeki dengeler oturana kadar da böyle kalacak.
Irak Kürdistanında ise KDP karşısında fazla bir şansları yok ve eninde sonunda anlaşma yoluna gidecekleri belli.
Suriye bölgesinde ise şansları oldukça yaver gidiyor.
İŞID karşısında halkları savunan seküler ilerici unsurlar olarak algılanıyorlar ve silah zoruyla kurdukları hakimiyet ve kendilerine yakın olmayan unsurlara yaptıkları baskı kolayca gözardı edilebiliyor Batı tarafından…
Kadın savaşçıları ünlü moda dergilerinde stil ikonu yapılıyor, Amerikan Hava Kuvetleri uçakları onlar için havalanıyor, Batı’nın adrenalin bağımlısı savaş köpekleri cepheyi IŞİD’da da olduğu gibi onlar için şenlendiriyor vs vs…
Türkiye’de ise çok daha büyük bir oyun oynadılar ve burada da kazançlı görünüyorlar..
Batı’nın düzeltmek için parmağını kıpırdatmadığı, kıpırdattığında da bunu tetik çekmek için yaptığı Ortadoğu’nun çarpık düzenine itiraz eden, bununla kalmayıp “Dünya 5’ten büyüktür” ile etik müdahale alanını genişleten, ülkeyi ekonomi başta birçok kronik sorunundan kurtarıp, ilelebet sürecekmiş gibi görünen bir iç savaşı bitiren ve tüm bunları bırakın suçlandığı gibi demokrasiden taviz vererek yapmayı, ülkeyi demokrasi açısından hiç olmadığı kadar yukarıya taşıyan Ak Parti iktidarı geneli ve Erdoğan özeli karşısında bir seçim zaferi kazandılar.
Görünürde bu zafer onlar için, iktidar alternatifi olmak gibi bir anlam içermiyor, bunu seçim sonuçları ortaya çıkar çıkmaz,
olası bütün yolları yokuşa sürerek deklare ettiler.
Ama zafer, Suriye bölgesinde kalıcılığı oldukça kuşkulu bir alan hakimiyeti için gerekiyordu ve bu sağlandı.
Bütün yalanlar bunun için söylendi, muhalefetin ağzına çiğnesin diye verilen Türkiye IŞİD’I destekliyor sakızları bunun için şişirildi, IŞİD’in Kobani saldırısı sırasında Ak Parti hükümetinin PYD’ye yaptığı tüm yardımlar bunun için gizlendi, seçimin hemen öncesinde sağda solda birkaç bomba bunun için patlatıldı ve silaha tövbe etmiş Hudaparlılar bunun için arsızca tahrik edilerek şiddet sarmalına çekilmek istendi.
Gezi Olaylarından beri önce vicdan ve sonra da akıl sınırlarının dışına çıkıp kendi sisli dünyasında gezinen beyhude bir muhalif bilinç de bunun için gereken atmosferi, her durum ve koşulda sağladı, böylece bugünlere gelindi.
Şimdi Türkiye, içinden bir “tekrar seçim” harici çıkılması zor görünen koalisyon aritmetikleri karşısında, matematikle başı hoş olmayan bir haylaz oğlan gibi başı ellerinin arasında “püff”lerken PKK, Suriye’de önceden ilan ettiği kantonlarını coğrafi olarak birleştirmiş, “acaba bir ulus devlet kurup, batmak üzere olan örgüte yeni bir gelecek inşaa edebilir miyiz?”i düşünüyor.
Zaman neyi gösterecek ve bu iki birbirine zıt çalışır görünen amaç, birkaç gün öncesine kadar kimsenin tahmin
etmediği bir kavşakta kesişen iki yol haline gelecek mi, hep birlikte bekleyip göreceğiz..
Ve tahminen çok da beklemeyeceğiz.