“Yeni Türkiye”ye ne oldu?
Hükümetin Türkiye’nin siyasi sistemini dönüştürme stratejisi geçmişte ‘normalleşme’ kavramına oturtulmuştu. Kendisine “demokrasi” derken her türlü özgürlükçü açılımı darbelerle engelleyen ve hukuku vesayetin bekçisi kılan eski yönetim anlayışının günümüzde “normal” sayılması mümkün değildi. AK Parti kendisini anormalden normale geçişin taşıyıcısı ve yeninin temsilcisi olarak sundu. Halkı bilinçsiz ya da yanlış bilince saplanmış bir yığın olarak gören ideolojinin yerine, toplumun doğal düşünsel ve inançsal arka planını hâkim kılmak bu değişimin ana unsurlarından biriydi. İçe dönük ve korunmuş bir merkezin çeperden gelen yığınsal talepleri taşıyan yaygın bir nüfuz ağına dönüştürülmesi de öyle…
***
Bu dönüşüm dinamiği toplumun ruh haline de iyi geldi. Normalleşme sayesinde tercihlerinin hayata geçtiğini, kamusal alana yansıdığını gören insanlar doğal olarak kendilerini ‘normal’ kategorisine soktular. İslami kesimin yükselen özgüveni, bu normallik ölçütünün varlığından ve bizatihi normalleşme olarak yaşanan değişimin rehabilite edici etkisinden beslendi. İçinde olduğumuz küreselleşme dönemi ve postmodern eleştiri literatürü de bu algıyı destekledi.
Kısacası normal kavramını “olması gerekenden” türettiğimiz zaman AK Parti döneminde bir normalleşme yaşadığımız açık. Ama aslında tersi de doğru. Soru bu kavramın hangi zemine oturtulduğu… Kafamızda her zaman bir normal vardır ama bu tanım genelde “yaşadıklarımızla”, yani bizi kuşatan gerçeklikle ilişkilendirilir. Olması gereken, yaşanandan farklı olduğunda ve bu durum yeterince uzun sürdüğünde “normal” fikri de yaşanana yaklaşır.
***
Türkiye halkı da seksen yıllık Cumhuriyet döneminin içinden süzülerek gelirken kendi koşullarını zihninde büyük ölçüde normalleştirmişti. “Olması gerekenle” ilgili sezgisini kaybetmemiş ama onu gerçek dışı kılarak kendini rahatlatmıştı. Dolayısıyla AK Parti iktidara geldiğinde vesayetçi ve merkeziyetçi sistem normali ifade ediyordu. Bugün de birçok kişi için hala öyle…
Dolayısıyla denebilir ki AK Parti ile birlikte iki normal karşı karşıya gelmişti. Bir yanda geçmişten bugüne gelen siyasi ve kamusal alışkanlıkların ürettiği normal, diğer yanda günümüzün normlarından hareketle olması gerekenin peşinden gitmeye çalışan bir normal… “Eski Türkiye” birincisini, “Yeni Türkiye” ikincisini benimsiyor ve benimsenen bakış karşı tarafın önüne bir evrensel doğru olarak konuyordu. Türkiye’deki mesele bu karşılaşmanın bir sosyokültürel zeminle çakışması, dolayısıyla sınıfsal bir özellik arz etmesi, giderek iktidar alanını ve iktidarın sahibini belirlemesiydi.
***
Diğer deyişle, olması gerekeni ve bugünün dünyasına adapte olmayı temel alan bir normalleşme AK Parti’ye de uzun vadeli bir iktidar alanı açmaktaydı. Gerçekçilik bu partinin söz konusu ilkesel çizgiden kopmamasını ima ediyordu. Ama öyle olmadı… Bugün geldiğimiz nokta epeyce farklı. AK Parti eskinin bastırılmış ve kabuklaşmış cemaatçi dünyasına geri dönmeyi tercih etmiş gözüküyor. “Yeni Türkiye” artık önümüzdeki dönemin sloganı değil, olsa olsa geride bırakılan partili demokratların hayali… Normalleşme hedefinin yeri ise bugün “yerli ve milli devrimcilik” klişesi ile doldurulmaya çalışılıyor.
Yoksa aynen Kemalizm’in yaptığı gibi, AK Parti de kendisine iktidar alanı açma ve o alanı tahkim etme uğruna normalleşme hedefinden uzaklaşıp, kendi tahayyülünün normlarını hâkim kılma sevdasına mı kapılıyor? “Eski Türkiye”ye karşı çıkarken, bir başka “Eski Türkiye” olmaktan öte hiçbir anlamı olmayacak bir maceraya mı sürükleniyoruz? Üstelik ülkenin normalleşmeye elverişli sosyolojik ve zihni zemine sahip olduğu bir dönemde…