Tasarı geçerse neler olacak?
Kamuoyu araştırmaları Hollanda “hamlesi” sonrasında “evet”i öne çıkarsa da dağılımın hala dengeli gittiğini gösteriyor. Nitekim Kasım 2015 seçiminde AK Parti’ye oy verenlerin hepsi “evet” dediğinde varılacak oran yüzde 56 civarında. Gerçekçi bir bakışla yeni sistem onaylansa bile bunun en fazla (veya ancak) 53-54’lik bir destekle olabileceği açık. Daha gerçekçi bir tahmin 51’e razı gelinmesi gerektiğini söylüyor.
Dolayısıyla AK Parti arkasında bir toplumsal meşruiyet bularak değil, bir toplumsal kırılma bırakarak yeni sisteme geçecek. Soru, bu durumda “evet”in memleket için ne kadar hayırlı olacağı ya da nasıl hayırlı bir sonuca dönüştürüleceğidir. Genel olarak ele alındığında bunun kendiliğinden gerçekleşme ihtimali az… Yüzde elliyi biraz aşan toplumsal desteğe sahip birine, o kişi kim olursa olsun, ucu ucuna kabul edilen bir sistem sayesinde neredeyse sınırsız ve denetlenemeyen bir güç verilecek. Söz konusu kişinin bu gücü nasıl kullanacağı ikincil bir mesele... Çünkü daha ilk günden toplumun bir bölümü tarafından “gayrımeşru” ilan edilecek ve ülkeyi yönetmesine izin vermeyen bir baskı altına alınacak. Eğer buna fiziksel karşı tedbirlerle mukabele ederse “baskıcı”’ olarak yaftalanacak ve muhalefeti haklı çıkartacak. Eğer yumuşak, adil ve dengeli bir duruş sergilemeye kalkarsa bu kez de yetkilerini azami ölçüde kullanmamayı kabullenmiş olacak ve yeniden sistem tartışmasının eşiğine geleceğiz. Çünkü ancak kullanılmadığı zaman “doğru” olacak olan bir yetki sisteminin kağıt üzerinde sürdürülmesi rasyonel olmayacak.
***
Reel duruma dönersek, muhtemelen 2019’da cumhurbaşkanı seçilecek olan Erdoğan da kendisini bir anda bu konumda bulacak. Tek yetkili olduğu için ülkedeki bütün yanlışlar Erdoğan’a yüklenecek ve kimsenin kuşkusu olmasın ki geçmiş performansında gösterdiği üzere, ortak akıldan uzaklaşıldığı ölçüde yanlışlar doğrulardan çok daha fazla olacak. Sertleşme hem yanlışları artıracak hem doğruların çıtasını yükseltecek hem de meşruiyet krizini derinleştirecek. Muhalefetin, Erdoğan’ı bir “Orta Doğulu despot” olarak gösterme stratejisi içinde davranacağı böyle bu sürecin sonucu iktidar boşluğudur… AK Parti iktidarı güçlendireceğini sandığı bir düzenleme sonucunda kendisini giderek genişleyen bir iktidar boşluğunda bulabilir…
Öte yandan, seçime kadar olan iki yılın yönetilmesi de çok daha zorlaşacak ve çözülemeyen ya da kötüleşen her sorunun maddi ve manevi yükü Erdoğan’ın sırtına bineceği için 2019 seçiminde Meclis çoğunluğunu kazanma ihtimali de azalacaktır…
***
Nihayet, bazılarının hayallerinin ötesinde bir durum gibi gözükse de, bu türden ortamlar bürokrasi içinde çeşitli grupların kıpırdanmasına neden olacaktır. Buradan ille de bir “darbenin” çıkması gerekmiyor. Alan ve güç paylaşımına yol açabilecek her kaotik ortam sivil siyasetin kazanımlarını geriye götürecektir. Bu değişiklik sonrası anayasanın her türlü kullanıcıya bahşedeceği imkânları tasavvur etmek bile tasarının içerdiği tehlikeyi görmek için yeterli… Çünkü açıktır ki yürütmeyi denetimsiz kılan böyle bir yönetim sistemi “paylaşma” iştahını da artıracaktır.
“Evet” kısa vadede AK Parti’nin ve Erdoğan’ın başarısıdır ama orta vadede AK Parti karşıtlarının işine gelir. Oysa bu taslağa mahkum olmasa, AK Parti’nin kaybedeceği bir şey yoktu. 2023’e kadar yönetmeyi zaten sürdürür ve doğru anayasa değişikliğini gerçekleştirme şansını yakalardı. Bunu hayata geçirdiği noktada ise muhtemelen en az bir on yıl daha yönetirdi.
Mesele bu tasarının geçip geçmemesi değil, sonrası... Toplum destek vermeye ikna edildi diye değişiklik olumlu hale gelmiyor. Aksine AK Parti’nin ayağına koca bir pranga bağlanıyor.