Karışık Pencere

Türkiye, kısa zaman önce milliyetçilik meselesini aşmak üzereydi.

Bu sayede kökleri derinlere dayanan birçok problemimizi çözmeye, kimliğimizi en baştan aramaya çok yaklaşmıştık. Olmadı, bir kez daha yanlış adreslerde arıyoruz evimizi.

Bugün Türkiye’nin şehirleşmeden eğitime, sanattan ekonomiye kadar birçok meseledeki sorununun temelinin kimlikle doğrudan ilişkili olduğunu fark etmek için çok büyük çaba sarf etmek gerekmiyor. Kimliğimizi, adresimizi bulamadan şehirler inşa ediyor ama şehirleşemiyoruz. Üzerimize oturmayan gömleklerin bizim terzinin işi olduğunu sanmakta ısrar ediyoruz.

Bize giydirilen milliyetçilik gömleği; temelleri, derinliği olmayan, pratik karşılığı bulunmayan ve tanımının devamlı değiştiği bir gariplik olarak üzerimizde duruyor. İşte yakın zaman önce onu çıkarıp kendi gömleğimizi dikebiliriz sanmıştık. Son düğmeye kadar inmiştik ki tekrar sıkı sıkı iliklemeye başladık. Bugün tekrar üzerine kravat bağlamaya doğru gidiyoruz.

Malazgirt’in yıldönümünde bir kez daha baskın bir şekilde ortaya çıkan Türkçü dil, bunu tekrar gösterdi. Cumhurbaşkanlığı tarafından hazırlanan videolara da Türkçü bakış etki etmişti.

Siyasi iktidarın bürokraside ve devletin diğer kurumlarında boşluğu doldurabilmek için çeşitli ittifaklara mecbur kaldığını tahmin etmek zor değil. Bu mecburiyet Doğu Perinçek’le bile ittifak yapmaya zorlamış olsa bile bunun tabana bu kadar net sirayet etmesi birçok bakımdan üzücü.

Lise panolarından TRT dizilerine kadar devletin resmi organlarından da hızla büyütülen Türkçülük, Ak Parti tarafından yerli ve millilik olarak sunulurken başka açılarda ulusalcılık olarak alkış buluyor. Türkçülük yine binbir tanım içinden kendine farklı tanımlar bularak garip ittifaklarla iktidarını büyütüyor.

Kötü olan şu ki yeni kuşaklar bu Türkçüleşmenin yeniliğinin farkında değil. İslamcı geleneğin bazı gençleri de Türkçülüğe kapılıyor. Duygusal açıdan çok daha yoğun olan ve sıkı bir heyecan veren Türkçülük, hareketli gençler için İslamcılıktan daha cazip görünüyor.

Türkiye’de etkili bir sivil toplum kalmış olsaydı İslamcı STK’lar bu Türkçüleşme hareketine eleştiriler getirip iktidarın yaptığı mecburi ittifakın sarstığı zemini tutabilirdi. Bağımsız kalemler, özgür vicdanlar daha çok ses çıkarabilseydi; “biz birkaç yıl öncesine kadar Türkçülüğe neler neler söylüyorduk, şimdi de razı olmayız” diyerek itiraz edebilirlerdi. Şimdi nadiren çok cılız sesler duyuyoruz.

Üzerimde borç kalmasın diye bunları söylüyorum. İktidar tarafından finanse edilmeyen, kaybedecek şeylerini zaten kaybetmiş bir delikanlı olarak söylemek mecburiyetini hissediyorum. Sivil kalabilmek, eleştirel durabilmek, genç bakabilmek ve tutarlı olabilmek istiyorum. O yüzden Türkçülüğün iktidarının yükseldiği dönemlerde bir kez daha söylüyorum:

Bu işler bizim işimiz değil. Bizim penceremiz başka, kimliğimiz başka. Karıştırmayalım.

YORUMLAR (12)
YORUM YAZ
UYARI: Hakaret, küfür, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış, Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır. (!) işaretine tıklayarak yorumla ilgili şikayetinizi editöre bildirebilirsiniz.