Kafa Dengi
“ İnsanların ilk refleksleri hayatı nasıl anlamlandırdıklarının işaretleridir. Hepimiz modern hayatlarda apartmanlarda yaşıyoruz. Birtakım başka hukuklar gelişiyor kentin içerisinde. Bir şeye dikkat ediyorum ben mesela; apartmanların girişine böyle şeyler asılıyor, daire numaraları ve aidatlar, borçlar falan. Birkaç dairenin birikmiş borcunu gördüğümüzde ilk tepkimiz nedir? Genelde şöyledir: “Biz keriz miyiz ödüyoruz, bunlar niye ödemiyorlar!”
Orada ilk aklımıza gelen şu olmalıydı. Bir derdi mi var acaba? Beş numara niye ödeyemiyor?
Şu bilgi ne kadar çok tedavülde ama ne kadar gerçeklikten uzak kalıyor:
“Komşusu açken tok yatan bizden değildir.”
Bu gerçek bir şey, şimdi bunu nasıl yok sayabiliriz? Gidip kapısını çalıp “Ahmet abi gerçekten bir derdin mi var ya, bir şey yapabilir miyiz?” demek lazım. Çünkü biz komşuyuz yani “
Bu alıntıyı, Gündem Ötesi programında Tarık Tufan’ın konuşmasından aldım. İyi nedir, bu tartışılıyordu. İnsanın anlam arayışı üzerine yapılmış müthiş bir programdı. Bugünlerde ekonomideki ve iyilikteki sıkışıklığı düşünürken aklıma geldi yine bu örneği, bir kez daha izledim.
İzleyince çok özlediğimi de fark ettim. Evet, Tarık Tufan’ı. Bir iki haftadır metroya bindiğimde sağa sola iyice bakıyorum belki yine karşılaşırız diye ama olmuyor. Ne zaman çok düşünsem karşılaşıyorduk oysa.
Şimdiye kadar üç kez karşılaştık metroda. Birinde ben onu fark etmiştim, ikisinde o beni. Yol ne kadarsa o kadar konuşurduk. Bir keresinde çok can sıkıcı bir günün akşamında Marmaray beklerken gelip omzuma dokunmuştu. Gerçek bir “abi” dokunuşuydu, içtendi.
Omzuma dokunmadan çok daha önce kalbime dokunmuştu çünkü. Lise öğrencisiydim, Pendik’te Selahattin Yusuf’la birlikte Kafa Dengi programını yapıyorlardı. Selahattin Yusuf’u yaşım sebebiyle tam anlayamıyordum ama Tarık Tufan konuşurken soluksuz dinliyordum, çıkışta da sorularla sıkıştırıyordum. Tanıştığım ilk yazarlardandı, ondan bir şeyler kapmam lazımdı. O kadar akıcı ve birikimli konuşuyordu ki hayranlıkla izliyordum. Her programdan bir sürü soruyla çıkıyordum, arkadaşlarımla bu meseleleri tartışıyordum.
Adaletin, dostluğun, güzelliğin ne olduğunu ilk kez ondan dinlemiştim. Turgut Cansever’in, Fethi Gemuhluoğlu’nun adını ilk kez ondan duymuştum. Söyledikleri kafama çok yatıyordu, bahsettiği kitapları hemen alıp okumaya çalışıyordum. Fethi Gemuhluoğlu’nun Dostluk Üzerine konuşması da bir programda üzerinde epey durduğu bir metindi ama onu bulamamıştım o dönem. Bir yıl sonra bir yerde denk gelip heyecanla okuduğumda, o konuşmayı okumadan geçirdiğim günler için üzülmüştüm. Sevdiğim okur yazar arkadaşlara hep o konuşmayı hediye ettim.
(Eskiden Seçil Ofset bu konuşmayı bir kitapçık şeklinde basıp ücretsiz olarak dağıtıyordu ama daha sonra çeşitli telif sorunları sebebiyle bu güzel iş durmak zorunda kaldı.
Şu anda internette PDF olarak bulunabiliyor, konusu açılmışken henüz okumayan okurlara bildirmiş olayım.
Farkında olmadan aramızda dostluk üzerine bir şeyler olmuştu. Soğuk kış akşamlarında programı dinlemeye gittiğimde önce içim ısınıyordu, o hiç soğumadı. Birkaç yıl evvel bir dertle birlikte aklıma gelmeye başladı. Aylardır görmemiştim ama nedense bir sıkıntısı varmış gibi geliyordu, onun için dua edip içimde bu bahsi kapatmaya çalışıyordum fakat yapamıyordum. Sonunda bir başka yazardan numarasını alıp aradım. Kendimi tanıttığımda sesinin ısındığını fark etmiştim. Dedim abi böyle böyle, bir sıkıntınız mı var? Gerçekten de bir derdi varmış. Ondan bahsetti, dua sözü verip kapattım.
Bunun ne demek olduğunu anlatabiliyor muyum? Bir yazar var ve sizin çerçevenizi kurduğunuz yıllar için büyük bir rol model oluyor. Daha sonra onunla dertleşecek kadar güçlü bir bağ kurabiliyorsunuz. Hem kaliteli bir yazar, hem de candan bir abi.
Ona karşı kendimi hep borçlu hissettim. Bu, harf öğretene kırk yıl köle olamamanın borcudur. Kitaplarından, konuşmalarından öğrendiğim kadar tecrübe olarak da onunla kazandığım çok şey var. Serçe’nin ilk sayılarından biri için alıntılar hazırlıyordum, ilk kez onun kitaplarını taramıştım. İlk röportajımı da onunla yapmıştım. Söyleşilere gittiğim dönemde sınıf arkadaşım Ceren Öztürk’ün yönettiği bir blog vardı, dergi mantığıyla çıkardı. Bu blog için Tarık Tufan’la röportaj yapmak istemiştik, hemen kabul etmişti. Bizi gerçekten ciddiye alıyordu, bu çok önemli. Gerçekten de o beş numaralı dairenin kapısını çalar gibi dinliyordu derdimizi. O dinledikçe biz anlatıyorduk. Gerçekten de “Kafa Dengi”ydi. Böyle olmasa hiç metroda gördüğü, kendisinden 25 yaş küçük bir okuruna selam verir miydi?
Kimileri onun bu Kafa Dengi tavrını beğenmiyor. Onlar için üzülüyorum. Büyük bir yazarı faşist bir bakış açısı yüzünden kaybediyorlar. Şundan bahsediyorum, çerçevesini islam üzerine kuran bir yazarın o çerçevenin içinden başka çevrelere bakması kimilerini rahatsız ediyor. Yazık onlara. Onlar istiyorlar ki sadece bizim yazarımız ve onların yazarı olsun, Tarık Tufan’ı herkes okumasın, sadece imam hatipliler okusun. Tarık Tufan ise bu boş tartışmalara hiç girmiyor, cevap bile vermiyor. Onu bu yüzden seviyorum. Seçimlerle ilgili tivitler atmak zorunda kalmıyor, onu bu yüzden seviyorum. Geçici gündem yorumlarıyla değil, sanatı ve düşünceleriyle konuşuluyor, onu bu yüzden seviyorum.
Bana göre o, edebiyat için güçlü bir “ortak iyi” adayıdır. Eğer odağına politikayı koyan şairciklere harcatmazsak bu boşluğu kapatabiliriz. “Ortak iyi” derken Tarık Tufan’ın Gündem Ötesi programında söylediği bir konudan bahsediyorum yine:
“Mesela bizim toplumumuzun çok uzun zamandır ortak iyiyi kaybettiğini düşünüyorum. Bu ortak iyi bazen bir duyguya karşılık gelebilir, inanma biçimine karşılık gelebilir, bazen bir insana karşılık gelebilir. Mesela Neşet Ertaş bu toplumun son ortak iyilerinden bir tanesiydi. Yakın zamanda bu ortak iyiyi tekrar bulabilecek miyiz toplum olarak?”
Tabii bu ortak iyiyi kaybetme sürecini Kafa Dengi üzerinden bile okuyabiliriz. 2011 yılında 24 TV’de yayınlanan Kafa Dengi programının sunucuları Tarık Tufan, Selahattin Yusuf ve Sırrı Süreyya Önder. Konukları ise Murat Menteş ve Onur Ünlü.
Murat Menteş’in ikinci kitabı çıkalı çok olmamış, Gezi Parkı henüz yaşanmamış, farklı ideolojik zeminden insanlar aynı televizyon kanalında bir şeyler tartışabiliyor o zamanlar. Bugün bu saydığımız beş ismin yan yana gelmesi hayal bile edilemiyor.
Çok tuhaf. Bundan 8 yıl önce aynı ekranda bir şeyleri tartışan isimlerin bugün nerelerde ne durumlarda ne kadar ayrı olduklarını görmek çok “tuhaf. Sana da öyle gelmiyor mu?”
Tuhaf’ı vurguluyorum çünkü Tarık Tufan, Tuhaf gibi dergilerle bu bölünmeye katılmamak için direniyor. Sizinkiler, bizimkiler gibi meselelerin dışında duruyor. Üstelik bunu apolitik olarak yapmaya çalışmıyor. Metinlerini gayet politik şekilde kuruyor, duruşunu bakışını gizlemiyor. Politika denilince aklına sadece siyasi partiler gelen insanlar elbette bunu kavramakta zorlanıyor.
Tarık Tufan’ı seveceğim, savunacağım. Şairciklere yem etmeyeceğim.
Yeni kitaplarını, konuşmalarını da heyecanla bekleyeceğim.
***
Devamlı olumsuz eleştiriler, kötü örnekler veriliyor medyada. Ben genç bir okuruna dokunan iyi bir yazarı anlatmak istedim. İyi bir yazarın okuruna neler kazandırabileceğini anlatmanın önemli olduğunu düşünüyorum. İyiyi anlatmanın iyiliği büyüteceğini biliyorum. Bir yandan da vefa borcumu ödemeye çalışıyorum. Hala Tarık Tufan okumayan okurlarımı ona yönlendirmek istiyorum.
Bende iz bırakan yazarlar hakkında yazmam gerektiğini düşünüyorum.
***
Toplu taşımada epey yazarla karşılaştım. Bu karşılaşmaları ve o yazarları da bir seri olarak yazmam tavsiye edilmişti. Belki bu yazı da o serinin başlangıcı olur, bilmiyorum.