Gül ve Gündem
Eylül de bitti, azalarak. Zaman her şeye rağmen geçmeye devam ediyor. Biz de geçiyoruz, geçip gidiyoruz. Bunu sık sık unutup garip kavgaların içine dalıyoruz. Ölümü unutuyor, inceliği yitiriyoruz.
Kalınlaşma ve kabalaşma hızla büyüyor. Ekonominin tepetaklak oluşu bunu doğrudan ilgilendiriyor. Kirayı nasıl ödeyeceğini, karnını nasıl doyuracağını düşünen insan çiçekleri ezip geçiyor, fark etmiyor bile. Çok doğal, hep böyledir bu.
Siyaset, gündemimizin ve kalbimizin üzerine de makam aracını sürüyor. Tüm kabalığıyla, çirkin diliyle toplumu yoruyor. Sosyal medyada her gün bir başka dava için adalet ararken siyasetin tam ortasına düşüyoruz. Haber kanalları her akşam farklı hakaretler edilen ilginç kavga programları ile dolu.
Diziler de pek farklı değil. Ya kan ve şiddet odaklı ya da çarpıklık ve aldatma odaklı diziler neredeyse her kanalda yoğun ilgi görüyor. TRT, bazı projeleriyle bir parça özel alan açmaya çalışsa da tek başına yetemiyor.
Televizyonlara artık sanatçılar, sanatçı kimliği ile çıkmıyor. Yalnızca oyuncular, rol icabı görünüyor. Bir sanatçının fikirlerini dinlediğimiz günler eskide kaldı. Bir tek TRT 2’ye bıraktık orayı. Oysa Tarık Tufan, yeni çıkan kitabı üzerine farklı bir televizyon kanalına konuk olsa ve dünyanın, Türkiye’nin, kültür sanatın, edebiyatın halinden bahsetse ne kadar çok şey değişirdi.
Gazetelerin birçoğu kültür sanat köşelerini kapatmış durumda. Yazarlar ve şairler eskisi kadar yer bulamıyor. Gazetelerin birçoğu görece daha az okunacak bu yazılara yer vermeyi bir yük olarak görüyor. Kültür, gitgide itiliyor, yersizleştiriliyor. Tıpkı insan gibi.
İnsan bu dünyaya incecik gelir. Dünyanın dertleri içinde kalınlaşır, kabalaşır. Bu kabalaşmaya karşı koyup inceldikçe doğum temizliğine yaklaşır. Günlerin içinden geçerken kendi gündemini bulmak, kendi gülüne arı olmak da lazımdır.
Türkiye’de bunca kalınlaşmaya bir şifa arıyorsak bu kültüre tekrar sarılmaktadır. Çirkin şehirleri, kaba politik dili, kaybolan gençleri, yıkılan aileleri, bazı cinayetleri böyle çözebiliriz. İnsanları bunca geren bu iklimi kırmadan güneşi göremeyiz.
Bu iklimi kırmak için direnmek şarttır. Belki de Tarık Tufan bir programa konuk olduğunda karşısındakine bağıran üçüncü sınıf bir siyasetçi kadar izlenmeyecek, belki gazetelerin kültür sayfaları bir süre hızla geçilecek, daha kaliteli diziler yüksek reytingleri hemen göremeyecek. Fakat denemek zorundayız. Bu kalınlaşma kısır bir döngüyle büyüyor, bu döngüye çomak sokmak zorundayız. Çok bağıran siyasetçileri, çok öldüren dizileri, çok bakılan magazinleri hızla geçip gerçek bir şeylerle ilgilenmemiz gerekiyor. Bazı çiçekler kendiliğinden büyümez, kültürü sabırla sulamamız gerekiyor. Bu gündem sandıklarımız belki de gerçek şeyler değildir, bir gülün de gündemini sormamız gerekiyor.