Zamanlaması sahiden manidar suikast!
Hakkını yemeyelim, devletimizin; ‘olan olduktan’ ve ‘iş işten geçtikten’ sonra ‘olan biteni’ aydınlatma konusundaki becerisi, performansı gayet iyi.
Bu konuda bir performans değerlendirme sınavına falan girsek PISA’da gerilerde olmamızı kesinlikle telafi edebilirdik.
Nitekim...
Daha elinde –muhtemeldir ki devletin- silahı, Büyükelçi Karlov’un başında ezberlediği sloganları bitirmemişken suikastçının Ankara Çevik Kuvvet’te görevli bir polis olduğunu öğrendik; FETÖ’nün uyuyan hücresi olduğunu, gittiği dershaneyi, birlikte kaldığı ev arkadaşını, 15 Temmuz günü raporlu olduğunu...
Ve Karlov’un cenazesi daha ülkesine varmadan da ByLock’u en çok kullanan ve örgütün A takımının bulunduğu kırmızı listedeki 10 kişiyle irtibat kurduğunu...
Tamam, anladık. Rusya’nın Ankara Büyükelçisi Andrey Karlov’u sırtından kalleşçe ve alçakça vuran suikastçı FETÖ’cü.
Tamam, anladık “Bütün bağlantılar FETÖ’yü işaret ediyor!”
Tamam, FETÖ’nün Andrey Karlov’a sıktırdığı kurşunlar Türkiye-Rusya ilişkilerini hedef aldı.
Vesaire...
Tamam da...
Başıma bir şey gelmeyecekse sormak isterim, en tabii hakkım olarak, sayın ve kıymetli devlet yetkilisi büyüklerim:
Bu nasıl bir şeydir?
Biz şimdi neye, nasıl güveneceğiz?
Bizim kaderimiz midir, bir iş olup bittikten ‘mevzuya uyanmak’ ve ‘aa aslında öyleymiş?’ demek?
Sayın devlet yetkilileri koro halinde katilin ‘FETÖ’cü olduğunu haykırıyorsunuz! Tamam da, 17-25 Aralık darbesinin üzerinden 3 yıl geçmişken, bir ülkenin büyükelçisine şahdamarı kadar yakınlaşıp, omuz hizasından vurup öldürecek kadar operasyon gucune sahip FETÖ’cülerin hala Emniyetimizde ne işi var?
Sormayalım mı?
***
Olay cidden vahim. Suikastçı FETÖ’cü de olsa Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin prestijine vurduğu darbeyi değiştirmiyor:
Bu ülkede bir büyükelçi vuruldu. Ankara’nın göbeğinde. Ve o büyükelçiyi vuran saldırgan bir devlet memuru!
***
Karlov’a yapılan saldırıyla amaçlanan Rusya ve Türkiye’nin arasını açmak ise maksadın hasıl olmadığını söyleyebiliriz. Görünen, iki ülkeye de sağduyunun hakim olduğu; zira daha ilk dakikalarda iki ülkeden de “ilişkilerimiz daha da güçlenecek” açıklamaları geldi.
Bütün bunlar iyi güzel...
Ancak...
Rusya Devlet Başkanı Vladimir Putin’in Cumhurbaşkanı Erdoğan ile telefon görüşmesindeki “3 talebi ya da isteği ya da bizde bulduğu eksikliği” göz ardı etmemek gerekiyor.
Sonuçta Rusya, Türkiye’nin saldırıyı tek başına soruşturmasını istemedi ve 18 kişiyi bu iş için görevlendirdi.
Bunların hepsini konuşmak, tartışmak gerekiyor.
Ve fakat... Benim asıl merak ettiğim soru şu:
Türkiye Cumhuriyeti Devleti Dışişleri Bakanı Mevlüt Çavuşoğlu Büyükelçi Andrey Karlov’un öldürülmesi haberini Moskova yolundayken haber aldı.
Sayın Çavuşoğlu, İran ve Rusya’nın dışişleri bakanlarıyla bir araya gelecekleri ‘Suriye Zirvesi’ için Moskova yolcusuydu.
Karlov’un hedef alınmasının zamanlaması gerçekten manidardı!
Ve Çavuşoğlu’nun çantasında ‘Suriye meselesi’ne dair Türkiye’nin talepleri, istekleri vardı.
Ne oldu?
Karlov’un ölümünden önce ve Karlov’un ölümünden sonra Türkiye’nin dosyasındaki maddeler değişti mi?
Sonuçta ‘üçlü zirve’nin ‘ortak bildirisi’ yayınlandı.
Her ne kadar ‘ortak bildiri’de Suriye’deki Esad karşıtı İslamcı muhalif hareketlerin “terör” kapsamına alınmaması Türkiye’nin artı hanesine yazılsa da...
‘Ortak bildiride’ Türkiye’nin başından bu yana “Bal gibi terör örgütüdür” dediği YPG de PYD de ‘terör örgütü’ olarak geçmedi.
Oysa ki, Cumhurbaşkanı Erdoğan, ağustos ayında Rusya’ya yaptığı ziyaret dönüşünde uçakta bulunan gazetecilere “Putin ile önemli görüşmeler yaptık. Özellikle PYD’ye ve YPG’ye bakış açımız Rusya ile örtüşüyor. Bu örgütlerin Moskova’da ofis açmalarını gündeme getirdik. Moskova’daki ofisleri kapatmalarını istedik. Elimizdeki kanıtları gösterdik” şeklinde Türkiye’nin yüreğine su serpecek açıklamalarda bulunmuştu.
Ne mi söylemeye çalışıyorum...
Tamam, suikastçı FETÖ’cü. Ancak sanırım daha derin analizlere de ihtiyacımız var.
Ankara Büyükelçisi Karlov cinayetinin Türkiye’ye yansımaları ne olacak?