Yargıtay’daki 107 yargıç!
19 Ekim 1935 tarihli Ulus gazetesi “Alçaklar Atatürk’e gene kasdetmek istediler, hükümet, canileri yakaladı” manşetiyle çıkar.
Ulus gazetesinin manşetinden duyurduğu bu haber, Atatürk’e düzenlenen 11 suikast girişiminden en önemlilerinden biridir. Ulus’un haberine göre Milli Mücadele’nin kahramanlarından, Urfa Milletvekili Ali Saib Ursavaş’ın da içinde olduğu bir grup 21 Ağustos 1935 tarihinde bir suikast teşebbüsünde bulunmuştur. Hükümet bu sorumluları yakalamıştır.
Ertesi gün Ulus gazetesi sorgulamanın başladığını “Büyük öndere yapılmak istenen komplo tahkikatı” manşeti ile kamuoyuna duyurur. Soruşturmayı yürütecek savcının adı kocaman puntolarla yazılıdır: Cumhuriyet Başsavcısı Baha Arıkan!
Dönemin Adalet Bakanı Şükrü Saraçoğlu’dur.
***
Meclis Ali Saib’in dokunulmazlığını kaldırır, dava görülmeye başlar.
Türkiye’nin dört bir yanında suikast girişimini protesto eden mitingler düzenlenir, dönemin gazeteleri bu alçakça girişimin cezalandırılmasını isteyen manşetlerle çıkar okurların karşısına.
Yargının üzerinde acayip bir baskı vardır.
Adalet Bakanı Şükrü Saraçoğlu her duruşmadan sonra Başsavcı Baha Arıkan’la birlikte Çankaya’ya çıkar ve davanın gidişatı hakkında bilgi verirler Atatürk’e.
Sanık Ali Saib, bütün iddiaları reddeder, olayın vuku bulduğu sırada Adana’da olduğunu, olayla ilgisi olan kişileri tanımadığını söyleyerek suçsuz olduğunu söyler.
Cumhuriyet gazetesi 10 Ocak 1936 tarihli duruşma haberinde Ali Saib’in mahkemede kendisini savunduğu sırada ağladığını yazar.
***
Bir gün Atatürk’ün yaveri Başsavcı Baha Arıkan’ı arar, Gazi’nin Karpiç lokantasında kendisini beklediğini söyler. Başsavcı Karpiç’e gider, lokantaya birazdan kopacak fırtınanın sessizliği hakimdir.
Atatürk direk sorar:
“Ali Saib davasının sonu ne olacak?”
Başsavcı Arıkan,“Mahkemenin kararını beklemek gerek” deyince Atatürk hiddetlenir ve “Mahkemenin kararı ne demek? Mahkemeni de kapatırım, hakimleri de atarım, seni de atarım!” der.
Başsavcı önce ne diyeceğini bilemez, heyecanlanır, kendisini toparlar ve Atatürk’e şöyle der:
“Mahkemeyi de kapatabilirsiniz, hakimleri de, beni de atarsınız efendim, ama adınız tarihe Mustafa Kemal olarak geçmez.”
Görüyor musunuz? Yıl 1935. Tek Parti Dönemi, bir başsavcı çıkıyor ve Atatürk’e bunları söyleyebiliyor. “Buyurun efendim” demiyor, “dava sizin hoşnut olacağınız şekilde sonuçlanır” demiyor.
İnsan okurken nasıl da heyecanlanıyor değil mi?
Nitekim dava sonuçlanıyor, Ali Saib beraat ediyor, mahkeme kararın temyiz edilmesini kabul ediyor ve milletvekilliğinin devamı için Meclis’e tezkere gönderiliyor. (Kemal Arıburnu, Atatürk ve Çevresindekiler, Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları, 1994)
***
Hukuk tarihimizde güce boyun eğmeyen, hukuk adamı kimliğini koruyan Baha Arıkan gibi nice kahraman isimlerimiz var…
Mesela bizim tarihimizde Abdülhamit’in emrini dinlemeyerek “Hürriyet Kahramanı” Namık Kemal hakkında beraat kararı veren Mahkeme Reisi Abdüllatif Suphi Paşa var… Mesela 27 Mayıs’ta darbe lideri Org. Cemal Gürsel’in karşısında yargının bağımsızlığını savunan, idarenin yani iktidarların etkisiyle verilecek yargı kararların özünde adaletle ilgisisiz bir zulüm belgesi olacağını söyleyen Yargıtay Başkanı Recai Seçkin var… (Taha Akyol’un Doğan Kitap’tan yayınlanan Onlar da Kahramandı kitabını okumanızı tavsiye ederim, mutlaka okumalısınız.)
Mesela Tayyip Erdoğan haksız yere mahkum edildiğinde “Yargıtay adaleti kökten yıkmıştır” diye kitap yazmış olan Yargıtay Başkanı Sami Selçuk var…
İktidarlardan yana tavır alan, iktidarların hoşnut edecek kararlar veren yargıçlarımız da oldu, ama yüksek otorite karşısında hukuku üstün tutan, yanlışa boyun eğmeyen yargıçlarımız da elbette oldu böyle.
Sayıları az ama tarih onları hayırla yad etmeye devam edecek. Zaten sayıları fazla olsaydı, ülkemizin bugün yıkıcı anlamda hukuk, adalet sorunu da olmazdı. Bugün ülkemizde hukukçulara “anayasa kararları bağlayıcı mıdır” ayıplı soruları yöneltilmezdi.
***
İstanbul Cumhuriyet Başsavcısı İrfan Fidan’ın Yargıtay üyeliğine seçildiği gün Anayasa Mahkemesi üyeliğine aday olduğunu duyurmasıyla başlayan süreç, 22 Ocak 2021 tarihinde Cumhurbaşkanı Erdoğan tarafından Anayasa Mahkemesi’ne üye olarak atanmasıyla nihayetlendi.
Ne Yargıtay’ın tarihinde ne Anayasa Mahkemesi’nin tarihinde böylesi bir atamanın örneği yok. Sayın Fidan tek bir dosyanın kapağını kaldırmadan, Yargıtay’daki odasının nerede olduğunu bilmeden Anayasa Mahkemesi üyesi seçildi.
Tartışıyoruz, eleştiriyoruz. Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın bu atamayı yaparak Anayasa Mahkemesi’nin bağımsızlığına ve tarafsızlığına zarar verdiğini… AK Parti iktidarının kendisine yakın bir savcıyı Anayasa Mahkemesi’ne atayarak hukuk devleti ilkesini zedelediğini…
İyi ama Anayasa Mahkemesi4nin bağımsızlığına ve tarafsızlığına zarar veren, hukuk devleti ilkesini zedeleyen, tuz koktu dedirten bu atamanın asıl sorumlularını neden tartışmıyoruz?
İrfan Fidan’ın ismi Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın önüne nasıl gitti?
***
17 Aralık 2020 tarihinde Yargıtay Genel Kurulunda yapılan seçimlerde en yüksek oyu almasaydı İrfan Fidan’ın ismi Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın önüne gidebilir miydi?
Anayasa Mahkemesi üyeliği için güçlü aday olan isimler seçim başlamadan adaylıktan çekilmeselerdi, Fidan 107 oy alabilir miydi?
Kim bu 107 kişi? Yargıtay’daki bu seçimde oy kullananların hepsi yüksek yargıç, yani hukuk devleti ilkesini koruyacak kişiler. Yargının bağımsızlığından ve tarafsızlığından sorumlu kişiler. Onlar ülkemizin yüksek yargıçları, ülkemizin adalet dağıtıcıları.
Ülkemizin saygın hukuk bilginlerinden Prof. Dr. Kemal Gözler kaleme aldığı “Elveda Anayasa Mahkemesi -İrfan Fidan olayı” başlıklı makalesinde bu sürecin analizini yapıyor.
Elbette her şeyin şeklen kanunlara uygun biçimde cereyan ettiğini, ancak ortada anormal bir durumun olduğunu vurgulayan Sayın Gözler “bu hadisenin asıl sorumluları kimler?” sorusuna şu yanıtı veriyor:
“Bunun sorumluluğu bütünüyle Yargıtay Genel Kurulu’nun saygıdeğer üyelerine aittir. Zira, bu saygıdeğer üyeler, Sayın İrfan Fidan’a oy vermeseydi, bugün bu sorunu tartışıyor olmayacaktık.”
***
Evet… Siyaset kurumu kendisine yakın adamlar olsun ister, kendi yargıçları olsun ister, kendilerini üzmeyecek, hoşnut edecek savcılar olsun ister. Geçmişte de böyle oldu, bugün de böyle, yarın da bu böyle olacak…
Yargıtay’daki 107 yargıç oy vermeseydi bugün böyle bir sorunumuz olur muydu?
Oy vermeselerdi başlarına bir şey mi gelirdi, asla, tabii ki asla!
Hiçbir şey gelmezdi başlarına.
Hakimler ve Savcılar Kurulu’nun Yargıtay üzerinde ne böyle bir etkisi, ne böyle bir yetkisi var.
Yargının bağımsızlığı ve tarafsızlığı ilkesini, hukuk devleti prensibini niye hayata geçiremiyoruz? Kimler hukukun üstünlüğünü bir şeylere feda ediyor?
Bu ülke hukuk devleti vasfına neden kavuşmuyor?
Bunları daha esaslı bir şekilde tartışmamız gerekiyor!