Üzgünüm...
Tam on bir yıl olmuş... Hayat lafın gelişi değil gerçekten kısaymış. Ve zaman, sahiden göz açıp kapayıncaya kadar geçiyormuş.
11 yıl önce yine mevsim sonbahardı. Ekim ayının ortalarıydı ve Ramazan’dı.
Hiç beklemediğim bir anda gelen o telefon ve o ana kadar tanımadığım ‘o adam’ ve o telefonda duyduğum ‘merhaba’ hayatımın dönüm noktalarından biri oldu.
Türkiye’nin o tarihlerde en çok satan haber dergisinin yayın yönetmeniydi ve benimle tanışmak, yüz yüze görüşmek, bir kahve içmek istiyordu.
Ertesi akşam buluştuk...
İşte... hayatımın en büyük hayalinin teklifiyle karşı karşıyaydım. Çocukça gelebilir heyecanım size.
Ancak ben biraz böyleyim. Heyecanlanırsam çocuklar gibi olurum. Bir şeye sevinirsem havalara uçabilirim. Üzülürsem de öyle.
Bunları neden mi söylüyorum. Şundan...
Randevulaşmıştık ancak bu sıradan bir görüşme de olabilirdi. Sonuçta bir derginin yayın yönetmeni ‘iş teklifi’nde de bulunabilirdi.
Hazırlıklıydım. En büyük hayalim olan ‘yazmayı’ teklif ederse hiç tanımadığım birisinin karşısında duygularımı öyle belli etmeyecektim.
***
Yayın yönetmenliğini yaptığı Tempo’da bana köşe açmak istiyordu. Türkiye’nin en çok satan dergisinde haftada bir gün yazabileceğim bir sayfam olacaktı.
Yaşasındı. Ama bu böyle olmamalıydı.
Yazmamı istediği ‘derginin’, ‘medya grubunun’ günahı fazlaydı ve güvenilmezdi. Öyleydi.
Peş peşe sorular sordum. Endişelerimi dile getirdim. Ne yapmak istediklerini anlamaya çalıştım. Onlarca kere dönüp dönüp aynı sorularımı yineledim.
Sabırla dinledi. Sakince yanıtladı. ‘Kardeşim diyebilir miyim?’ diye sordu. O günden sonra daima ‘kardeşim’ diye hitap etti.
Özgürce yazacağımı, fikren ters düşsek bile ne istiyorsam yazabileceğimi söyledi. Gizli bir ajandasının olmadığını ve kendisine güvenmem gerektiğini söyledi. Meslek anlamında ‘eğer arzu edersem’ tecrübelerini paylaşabileceğini de...
‘Düşüneyim’ dedim. Düşündüm... Bir ay sonra tekrar buluştuk. Elimde bir listeyle gittim. Camiamızın yazar ablalarının ve adamlarının isimlerinin yazdığı bir listeydi.
Günlüğüme yazmaktan başka, bir de ‘bir günlük köşe’ yazma deneyimi dışında bir tecrübemin olmadığını söyledim. ‘Yazmak’ benim için, sanırım kapısını asla açamayacağım, açmaya korkacağım ancak çok istediğim bir hayal. Ama yapamayacağım dedim.
Velhasıl, benden vazgeçmedi, elimden tuttu ve beni ‘o eşikten’ geçirdi.
***
O yılın son ayında yazmaya başladım. Bir gün dahi karışmadı. Satırıma müdahale etmedi. Sevdiği yazılar da oldu. Aradı, yüreklendirdi ‘işte budur’ dedi. Kızdığı, benimsemediği yazılarım da...
Tecrübelerini paylaştı, faydalandım. Yüreklendirdi. Hep teşvik etti. Türkiye’de birlikte bir yaşam kurabileceğimize inanan birisiydi. Ve bu düşüncesinde samimiydi. O samimiyetinden hiç kuşku duymadım. Bir gazetecide olması gereken kriterleri hep hatırlattı.
İki yılı geçkin bir süre birlikte çalıştık. Sonra yollarımız ayrıldı.
O gün bugündür yazıyorum.
Türkiye’de 11 yılda çok şey yaşandı. Çok şey gördük.
Yollarımız sadece çalışma mesaisinde ayrılmadı.
Ergenekon, Balyoz, KCK davalarında da ayrıldı.
Ben en ağır yazıları kaleme alırken o Silivri Cezaevi’nin önündeydi. Oralardan aradı beni ‘Kardeşim tamam bu davalara inan ama hukuksuzluk var, adaletsizlik var, Silivri’de yakınlarını görmeye gelenlere dahi suçlu muamelesi yapılıyor, bir gelip buraları görmen lazım” dedi. ‘Adalet’ dedi, ‘hukuk’ dedi. FETÖ’nün savcılarının yaptığı hukuksuzlukları, sebep oldukları insanlık dışı mağduriyetleri, kişisel hesap görmeleri anlatmaya çalıştı. Sabırla...
Ben de ona o davaların ne kadar önemli olduğunu anlatmaya çalıştım.
O günler, o dönem öyleydi.
Ben hala Ergenekon’un var olduğuna ve FETÖ’nün o davaları kendi lehine kullandığına, devleti ele geçirmek için, alan açmak için fırsata çevirdiğine inanıyorum.
Velhasıl... Ben nehrin bir kenarında kaldım o da diğer yanında.
Sonra...
Nasıl oldu bilmiyorum. Cumhuriyet Gazetesi’nde işe başladı. Duyunca aradım. Cumhuriyet bildiğimiz Cumhuriyet’ti de... Sandım ki... O orada başlayınca ‘bir şeyler değişir’.
Cumhuriyet bu, değişir mi? Değişmez. Değişmedi de. En çok gücüme giden ‘o oradayken’ Cumhuriyet’in bana yaptığı operasyonel haberler ve o haberlerle beni hedefe oturtması oldu. Belki ‘o arada’ olmasaydı bu kadar üzülmezdim...
***
Düne kadar FETÖ’nün Ergenekon’da, Balyoz’da yaptığı adaletsizlikleri anlatan, eleştiren, FETÖ’nün mağdurlarının yanında yer alan ‘o kişi’ şimdi “FETÖ üyesi değil ama FETÖ’yle işbirliği” var gerekçesiyle tutuklandı.
Murat Sabuncu...
Yaptığı haberciliği eleştirebiliriz. Beğenmeyebiliriz. Yargılanması gerekiyorsa yargı önüne çıkabilir. Tamam. Ama tutuklamak ne demek?
Aklım almıyor. İzanım almıyor. Vicdanım kabul etmiyor. Nasıl oluyor bu diye?
Çok üzgünüm demekten başka bir şey söyleyemiyorum.