Siyasal ve toplumsal çürüme

Türkiye’de özellikle sağdaki bütün liderler sivil toplum kuruluşlarının kendi emrinde olmasını istedi. Siyasi tarihimizde ilk kez bir lider çıktı, sivil toplum örgütlerine siyasetten bağımsız olmaları çağrısında bulundu, kuruluş ilkelerini hatırlattı.

Gelecek Partisi lideri Ahmet Davutoğlu, geçen hafta çoğunu yakından tanıdığı 710 İslami Sivil Toplum Kuruluşuna sorumluluklarını, ilkelerini, geçmişlerini, ideallerini hatta kendilerini, vicdanlarını hatırlatan bir mektup gönderdi.

Mektubuna “Bu satırları size tarihe kayıt düşen bir hasbihal olarak kaleme alıyorum” sözleriyle başlayan Davutoğlu İslami STK’ları “Bütün siyasi tartışmaları bir kenara bırakarak kendimize dürüstçe soralım: İnandığımız değerler adına gelecek nesillere nasıl bir miras bırakacağız” diyerek 20 yıllık AK Parti iktidarı dönemiyle yüzleşme yapmaya davet ediyor.

Bu öyle bir soru ki, tonlarca ağırlıkta. Bu sorunun altından dürüstçe kalkmak çok zor.

Dindar muhafazakar iktidar dönemi nasıl bir miras bırakıyor?

***

Sahi bu dönem nasıl hatırlanacak?

Hukuksuzluklar, adaletsizlikler, yozlaşma, çürüme, ahlaki çöküntü, ayyuka çıkan yolsuzluklar, üç beş maaş alan imtiyazlı azınlıklar, haksız zenginleşmeler, ayrımcılıklar, gelir adaletsizliği, yargıdaki siyasallaşma, yargının siyasi iktidarın sopası haline gelmesi, toplumu nefessiz bırakan korku iklimi AK Parti iktidarı döneminde değil de başka bir siyasi iktidar döneminde gerçekleşmiş olsaydı İslami STK’lar sokaklara düşmez miydi?

Davutoğlu’nun şu sorusunu sadece İslami STK’lar değil, 28 Şubat dönemini yaşamış, 90’lı yıllarda “bizler iktidara bir gelsek” diyen, dindar insanların iktidara gelmesi özlemini çeken bütün dindar kesimin cevaplaması gerekiyor:

“Bizim ideallerimiz neydi? Bir gün adalet temelli bir düzen kurulması ve çocukların daha iyi bir eğitim alması hayalimiz değil miydi? Bugün yaşananlar ne?”

***

“Sadece başımızı iki elimizin arasına, vicdanımızı yüreğimizin ta ortasına alıp kendimize soralım: Nereye gidiyoruz?” sorusunu soran Sayın Davutoğlu’nun mektubunda şu satırların altını çizdim, tarihe kayıt düşmek için ben de buradan paylaşıyorum.

İki asra yaklaşan bu birikimin en temel hedefi adaletti; bugün ise en çok örselenen kavram adalet. Toplumun en az güven duyduğu kurum yargı. Nesiller boyu aktarılan Hz. Ömer’in adaletinden elimizde ne kaldı? Kadı önünde ayakta hesap veren Fatih ideali bir masal mıydı?

İnsanlarımızın üzerindeki her türlü baskı yok edilecek, düşünce, inanç ve basın özgürlüğü hayata geçirilecekti. Bugün kimsenin kimseden emin olmadığı, sivil toplum kuruluşlarımızın “sivil” niteliğinin örselendiği korku iklimine nasıl gelindiğini hiç sormayacak mıyız?

Yolsuzluklara karşı mücadele edilecek, tüyü bitmemiş yetimin hakkı korunacaktı. Yolsuzluğun her türü her gün yaşanırken yüzü kızarmayanların “dava” diyerek hepimizin gençlik ideallerini temsil eden bu kavramı nasıl kirlettiklerini görmezden mi geleceğiz?

Önce ahlak diyerek çıkılan yolda “siyasi ahlak” kavramının iktidardakileri bu kadar tedirgin etmesi ve Sayın Cumhurbaşkanı’nın “ilçe başkanı bulamazsınız” demesi, halk yoksulluktan kıvranırken iktidardakilerin duyarsızca lüks ve şatafat içinde yaşaması, kamu ihalelerinin ve kaynaklarının dar bir zümre arasında paylaşılması, zengini daha zengin, fakiri daha fakir yapan bu düzen içinize siniyor mu?

İsrail ile ilişkiler normalleştirilirken Mavi Marmara şehitlerinin unutulması, mazlumların sesi olma iddiasıyla çıkılan yolda birkaç milyar dolarlık swap alabilmek için Uygur Türklerinin soykırıma tabi tutulmasına sessiz kalınması hepimizin başını önüne eğdirmedi mi?

Sayın Davutoğlu’nun sivil toplum kuruluşlarına yaptığı çağrı böyle. İslami sivil toplum kuruluşlarına böylesi bir çağrının yapılması önemli çünkü sivil toplum örgütleri demokratik hukuk devletlerinin olmazsa olmazıdır.

***

Devlet iktidarını kontrol etme, devletin azınlık bir grup tarafından ele geçirilmesini ve iktidarın gücünü kötüye kullanmasını önlemede STK’ların önemi büyüktür.

Gücü elinde tutan otoritelerin gücünü kötüye kullanmalarının önündeki en büyük engel sivil toplum örgütleridir. Çünkü önünde toplumsal engeller olmayan devlet iktidarları tehlikelidir ve sakıncalıdır. Sivil toplum örgütleri bu yüzden özerkliklerini korumalıdır, siyasetle, devletle arasına mesafe koymalıdır.

Sivil toplum örgütleri bu yüzden güçlü olmalıdır, sivil toplum örgütlerinin gelişmesiyle ve güçlenmesiyle devlet ulaşılmaz, sorgulanmaz, yarı tanrısal bir otorite olmaktan çıkar. STK’ların amacı devletlerin ayağını yere değdirmektir, ayaklarını yerden kesmek değil.

Bütün siyasi iktidarlar yozlaşmaya açıktır. Gücün bozmayacağı insan yoktur. Gücü elde eden anında tahakküme yönelir ve özgürlükleri hiçe sayar.

STK’ların güçlü olduğu toplumlarda demokrasi, hukuk daha sağlam temeller üzerine oturur, STK’larının güçlü olmadığı toplumlarda iktidarların otoriter bir yapıya dönüşmesi bilinen bir gerçektir.

Bir soru: Almanya’da mesela bir sivil toplum kuruluşunun siyasi bir iktidarın emrinde olduğu düşünebilir mi?

Mesela Fransa’da ya da herhangi bir Avrupa ülkesinde iktidarın gözünün içine bakan rektörlerin varlığı düşünebilir mi?

İktidarın zengin ettiği, beslediği sivil toplum kuruluşları dünyanın neresinde görülmüş?

İktidarın kontrol ettiği sivil toplum kuruluşları, iktidara hizmetin dışında bağımsız duruş ve denetim ortaya koyabilirler mi? Koyabiliyor mu?

İslami açıdan Sahabe’nin yaptığı denetimi bugün yapabilirler mi?.. Hukuk devleti açısından bağımsız kurumların yaptığı denetimi yapabilirler mi?

Yozlaşmanın bir sebebi, bu denetimsizlik değil mi?

YORUMLAR (70)
YORUM YAZ
UYARI: Hakaret, küfür, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış, Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır. (!) işaretine tıklayarak yorumla ilgili şikayetinizi editöre bildirebilirsiniz.
70 Yorum