“Oyunuzu bana verin, APO’yu ancak ben asarım!”
O yıl, yani 1999 yılında, ABD yönetiminin Kenya’da eliyle koymuş gibi yakaladığı PKK lideri Abdullah Öcalan’ı ‘güçlü müttefiki’ olarak kabul ettiği ülkemize ‘asılmamak kaydıyla’ teslim ettikten birkaç ay sonra “genel seçimlere” gidildi.
O yıl da 2015 Haziran ve Kasım genel seçimlerinde olduğu gibi “terör saldırılarının” gölgesinde sandıklara gidildi.
Gün geçmiyordu ki bir yerden şehit haberi gelmesin…
Türkiye, çok istediği PKK liderini nihayet teslim almıştı… Ancak… İşte…
Giderek büyüyen öfke… Milletten yükselen “idam edilsin” talepleri…
O yıl… MHP lideri Devlet Bahçeli, yüreklere su serpercesine bir vaatte bulundu: Bana oy verin APO’yu asalım!
Devlet Bahçeli, 1999 seçimlerinde meydan meydan bu sözünü tekrarladı ve neredeyse gittiği bütün şehit cenazelerinde “APO’yu ancak” kendilerinin asabileceğinin altını çizdi.
“APO’yu biz asarız” sözünün akıllarda yer ettiği konuşması ise 10 Nisan’daki Amasya mitingi oldu…
MHP miting konuşmasının yapılacağı meydan MHP’nin ‘Devlet Bey’in koş izinden, mertçe durur o sözünde, bir yiğit adam” şarkısıyla deyim yerindeyse yıkılırken… Devlet Bey çıktı kürsüye ve o akıllarda yer eden konuşmasını yaptı:
“Yalanla, dolanla iktidara gelmeyi kabul etmiyoruz, bizim sözümüz sözdür, bizim sözümüz namustur. Ucunda ölüm de olsa, o söz yerine gelir. APO’yu bizden başka kimse asamaz!”
Devlet Bahçeli’nin “APO’yu ancak biz asarız” seçim vaadi MHP’ye yüzde 17.98’lik bir oy oranı sağlayıp, 129 milletvekilinin TBMM’ye girmesine ve TBMM’nin ikinci büyük partisi olmasına imkan sağladı.
1999 genel seçimlerindeki sandık sonuçları hiçbir partiye tek başına iktidar olma imkanını vermediği gibi MHP’nin içinde olmayacağı bir denkleme de izin vermedi.
Bunları neden mi anlatıyorum? Biraz sabır…
Seçimlerden birinci parti olarak çıkan DSP, MHP ve ANAP ile görüşerek 57. Türkiye Hükümetini kurdu: Koalisyon Hükümeti.
Ve 9 Haziran’da TBMM’den güvenoyu alan o koalisyon hükümetinin en büyük ortağı doğal olarak MHP oldu.
Aslında hikayeyi biliyorsunuz ancak yine de soralım değil mi?
“APO’ya ne oldu?”
31 Mayıs’ta Ankara 2 No’lu Devlet Güvenlik Mahkemesi’nde yargılanmaya başladı.
Mahkeme 29 Haziran’da TCK’nın 125. Maddesine göre Öcalan’ın idamına karar verdi.
25 Kasım’da Yargıtay 9. Ceza Dairesi, APO hakkında verilen idam cezasını oy birliği ile onadı.
Böylece APO’nun idamına ilişkin iç hukuk süreci tamamlandı ve dosya Adalet Bakanlığı’ndan Başbakanlığa gönderildi.
Yani, APO’nun idam dosyası Başbakan Bülent Ecevit ve Başbakan Yardımcıları olarak Devlet Bahçeli ile Mesut Yılmaz’ın önüne geldi.
Ve önlerinde kaldı!
Tam yedi buçuk saat, Başbakanlık’ta bir masanın etrafında koalisyon hükümetinin kabinesinde yer alan bakanlar, Hüsamettin Özkan, İsmail Cem, Hikmet Sami Türk, Kenan Tanrıkulu, Mehmet Ali İrtemçelik oturdular ve kara kara ‘işin içinden’ nasıl çıkacaklarını düşündüler.
Çünkü, terazinin bir kefesinde APO’nun başı, diğer kefesinde ‘Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin, ülkenin geleceği, kazanımları, kaybedecekleri vardı.
Geçen hafta Hikmet Sami Türk’ü aradım, Devlet Bey’in yeniden “idam”ı gündeme getirmesini ve 16 yıl önce yapılan o yedi buçuk saatlik görüşmeyi, Devlet Bey’in o toplantıda zorluk çıkartıp çıkartmadığını, idam konusunda diretip diretmediğini sordum:
“İdam cezasının yeniden gündeme gelmesi, siyasilerin bunu gündemde tutması Türkiye açısından oldukça talihsiz bir tartışmadır. Ben o dönemde adalet bakanı olarak yer aldım yedi buçuk saat süren o toplantıda. Mahkeme APO hakkında idam kararı vermişti, Yargıtay da idam kararını onamıştı. Dosya TBMM’ye sevkedilecek ve Meclis’in onayına sunulacaktı. Yalnız şöyle bir durum vardı, Türkiye 1983’ten sonra hiçbir idam cezasının infazını fiilen uygulamayan bir ülkeydi o tarihte. APO’nun idam cezası infaz edildiği zaman Türkiye’nin AB üyelik sürecinin sekteye uğraması, uluslararası platformlarda karşılaşacağı durumları uzun uzadıya tartıştık, konuştuk. Ve bir çıkış yolu bulduk. Bir metin yazdık, dedik ki; Türkiye AHİM’in verdiği kararlara bugüne kadar uymuştur, bu minvalde AHİM’in verdiği ihtiyati tedbir kararı neticesinde dosya Meclis’e sevk edilmeyecektir. Terör faaliyetleri devam ederse o takdirde yeniden bir değerlendirme yapılacaktır. Ve üç lider birlikte çıktılar ve metni okudular. Devlet Bahçeli elbette APO’nun idam edilmesini istiyordu ve kolay kolay evet demedi, ancak öyle toplantıyı terk edip gitmesi gibi bir durum da söz konusu olmadı. Sonuçta ortada devletin kazanımları söz konusuydu. Ve Türkiye’nin sonrasında yaşayacağı zorluklar ortadaydı. Ayrıca1983’ten bu yana infaz edilmemiş, Meclis’e gönderilmeyi bekleyen idam dosyaları vardı. Sadece APO için karar verip diğer dosyalar bekletilemezdi. O zaman da Türkiye darağaçları kurmuş bir ülke görünümü verecekti. Zorlu bir süreçti.”
Sonra üç lider çıktı ve meşhur o kararı okudular…
Yeniden “idam” gündemimize girmişken tarihe kayıt düşmek adına yazdım.