“İsimleri ve tarihleri değiştir, anlatılan senin hikayendir…”
2021 yılında Anayasa Mahkemesi’ne toplam başvuru sayısı 66 bin. Bunun büyük çoğunluğu, 48 bin 180 kişi “adil yargılanma hakkım ihlal edildi” şikayeti ile Anayasa Mahkemesi’ne başvurmuş.
Bu ürkütücü tabloyu Anayasa Mahkemesi Başkanı Prof. Zühtü Arslan şu sözlerle açıkladı.
“2021 yılında yapılan 66 bin civarında başvurunun %73’ten fazlasında adil yargılanma hakkının ihlal edildiği şikâyeti bulunmaktadır. Bu sayı ve oranlar bize adil yargılanma hakkı konusunda önemli bir meselemiz olduğunu söylüyor.” (10 Ocak)
Sayın Arslan ülkemizde adil yargılanma hakkı konusunda “önemli bir meselemiz var” diyor.
Tek sorunumuz tabii adil yargılanma konusunda değil ama adalet en önemli sorunlarımızdan biri.
Ülkemiz bir anda mı böylesi vahim bir tabloyla karşı karşıya geldi?
***
Ülkemizin saygın hukuk bilginlerinden Prof. Dr. Kemal Gözler hocamız; bir el yazmaları dijital kütüphanesinde, Aziz Thomas Aquinas’ın meşhur eseri Summa Theologica’nın Latince nüshasını ararken 1300’lerde Latince olarak kaleme alınmış “Historia Abbatiae Ranae” başlıklı bir eserini bulur. Türkçe çevirisiyle: Kurbağa Manastırı Tarihi.
Kitabın yazarı Perfectus Belaslatinas isimli bir rahiptir.
Kitapta yer alan olaylar 1334 -1357 yılları arasında “Abbatia Ranae (Kurbağa Manastırı)” isimli manastırda geçiyor. Olayların üzerinden yüzyıllar geçmiş, gitmiş…
Ama bugün insan okudukça dehşete düşüyor. Sanki rahip Perfectus Belaslatinas çağlar üzerinden bizim ülkemize ışınlanmış ve ülkemizde yaşanan olayları görmüş, evlerimize sızarak yüreklerdeki yangınları görmüş, insanları sağır eden sessizliğin ardındaki feryatları duymuş da yazmış gibi…
Rahip Perfectus Belaslatinas “1334 yılından itibaren manastırlarımızda aşağıda anlatacağım üzücü olaylar yaşandı. Ben ‘Kurbağa Manastırı’nda bir rahip olarak bu üzücü olayların bir kısmına bizzat şahit oldum. Bazı olayları da bu olayları yaşayan rahip kardeşlerimden duydum. Gördüğüm ve duyduğum olayları tam tamına anlatıyorum” diyerek başlamış yazmaya.
Bir karanlık çöktü manastırlarımızın üzerine diyen rahip Belaslatinas çöken karanlığı şöyle anlatıyor: “Pek çok rahip hakkında inquisitio (soruşturma) açıldı. Bazı rahipler haeresis (sapkınlık) ile suçlandılar ve excommunicatio’ya (topluluktan dışlanma) uğradılar. “Decretum pontificale extra ordinem”ler (kanun hükmünde kararnameler) ile yüzlerce rahip hakkında expulsio (ihraç) kararı alındı. Tutuklanan ve hapse atılan rahipler de oldu. Persecutio’dan çekinen bazı rahipler de resignatio’larını sunup manastırlardan kendileri ayrıldılar. Bazıları başka ordo’ların manastırlarına sığındılar. Kalanlar ise kendi hücrelerine çekildiler; hücrelerinde dahi yüksek sesle konuşmaktan korktular. Korku ikiz kardeşimiz hâline geldi. Korkunun gelmesiyle özgürlük yok olup gitti.”
Sayın Gözler sunuş yazısında, 1300’lerin zor yıllar olduğunu, o yıllarda siyasal ve dinsel çekişmelerin zirveye çıktığını belirtiyor. Entrikaların, engizisyonun, perseküsyonun, korkunun hüküm sürdüğü ve kimsenin kendinden emin olmadığı bir Ortaçağ Dönemi. Üstüne üstlük Avrupa bir de Çin’den gelen ve kendisine “mors atra” denen “kara veba” salgınıyla kavruluyordu.
***
Manastırlar dört aşamalı bir stratejinin sonucunda iktidarın aparatı haline gelmiş. İktidar gücünü elinde bulunduran Papalık manastırlara kendi adamlarını atamış. Tepki gösteren, eleştiren, itiraz edenler hakkında soruşturmalar başlatmış. Kendisine yakın olmayan, kararını eleştiren, itiraz eden rahipleri sapkınlık suçlamalarıyla ihraç etmiş. Manastırlardaki başrahip seçimlerini kaldırılarak merkezi atanma sistemine geçilmiş. Papalık bazı rahipleri para keseleriyle, ödüllerle, bazı rahipleri ise ceza mekanizmalarıyla etkilemiş, yanına çekerek kendi kadrolarını oluşturmuş.
Perfectus Belaslatinas diyor ki: “Efendimizin para kesesi olmadığına inan biz rahipler, paraya ne kadar da düşkünmüşüz.”
Ve şöyle diyor:
“Neticede manastırlarımız çökerken biz çaresiz bir biçimde izledik. Manastırlarımız bizim üstümüze çöktü. Oysa bizler bütün ömrümüzü manastırlarda geçirmiş insanlarız. Manastırlar bize sığınak olmuştu. Biz hep manastırlarımızın kalın duvarlarının bizi koruyacağını sanmıştık. Manastırların da korunmaya ihtiyaç duyabileceği hiç aklımıza gelmemişti. Meğerse yanılmışız. Manastırların da korunmaya ihtiyacı varmış. Çok geç fark ettik. Affet bizi sevgili manastırlarımız!”
Şu satırlar da kitabın 97. sayfasından:
“Bu karanlık dönemden önce, pek çok rahip kardeşimizin cesur insanlar olduğunu sanıyorduk. Pek çoğu güzel günlerde cesurca ve yüksek sesle her şeye karşı çıkıyorlar; güzel nutuklar atıyorlardı. Korku geldiğinde ise hepsi kürsülerin altına saklandılar. Sıradan insanlardan kahramanların çıktığına, cesur sandığımız insanların ise ne kadar korkak olduklarına şahit olduk. Dışarıdan bakıldığında kahramanlık ve korkaklık sanki bir rastlantıdan ibaretti.”
Ve son alıntı. Sanırım Kemal Gözler hocamız Rahip Belaslatinas’ın şu sözlerini okuduğunda Kurbağa Manastarı’nı çevirmeye ve gün yüzüne çıkarmaya karar verdi:
“Bugün baktığımda pişmanlık içinde şunu söylemek isterim: Belki biz rahipler, birinci safhada ‘hayır’ deseydik, ikinci safhaya geçilemezdi. belki ikinci safhada ‘yeter artık, burası bizim, manastırda dünyevî işlerin yeri yok, buradan çekip gidin’ deseydik üçüncü safhaya geçilemezdi. belki üçüncü safhada, ‘siz gitmiyorsanız, biz gidiyoruz’ diyebilseydik, dördüncü safhaya geçilemezdi.’’
***
Hadi hep birlikte başlayalım; şu safhada ‘hayır’ deseydik, şu aşamaya gelmezdi ülke… En azından o aşamada ‘dur’ deseydik, şunlar olmazdı… O aşamada ‘yeter artık, bütün bunlara son verin’ deseydik, bugün ülkemiz de bizler bu halde olmazdık’ diye saymaya başlayalım hep birlikte…
Ülkemizin hukukçuları, akademisyenleri, ekonomistleri, aydınları, başımıza bir iş gelmesin diye susan iş çevreleri, din adamları, iktidarın aparatı haline gelen sivil toplum kuruluşları, vakıflar, cemaatlar, dernekler, dindar entelektüeller, AK Partili siyasetçiler…
İktidar hukuku sopa olarak kullanmaya ilk başladığında “dur” denilseydi, hemen bütün yetkileri tek elde toplayan CB sistemi TBMM’ye getirildiğinde AK Partili hukukçu milletvekilleri hukuku üstün tutsalardı … 2017 Referandumunda hayır denilseydi… Yargı hem etkin hem bağımsız ve tarafsız hale getirilseydi…
Ülkemizde “adil yargılanma hakkı” bu kadar ihlal edilebilir miydi?..
Her şey buna göre…
Son söz: Kemal Gözler hocamızın “Kurbağa Manastırı” kitabını mutlaka okuyun.