Emani’nin başına gelen felaket önlenebilir miydi?

Emani Al Rahmun. Anne. Kadın. Ve mülteci. Ne kadar büyük, ne kadar ağır tanımlar değil mi?

Emani, anne olmanın kutsallığını, kadın olmanın ağırlığını ve mülteci olmanın garipliğini, mazlumluğunu 20 yaşındaki bedeninde, ruhunda topladı.

Daha düne ne adını biliyorduk ne de yürekler yakan hikayesini. O 4 milyon küsur içerisindeki herhangi bir mülteciden birisiydi. O kadar.

O, canını kurtarabilmek için ülkemizin açık kapısından girdi, biz karnında bebeği ve yanındaki minik yavrusu Halef’le birlikte bir tabutun içerisinde gönderdik. Gözyaşlarımız sel oldu! Vicdanlarımız yaralandı. Kahrettik. Yıkıldık.

Emani’nin başına gelenlere bakınca, insan bu kadar vahşi olabilir mi, sorusu bir anda anlamını yitiriveriyor. Çünkü, daha da vahşileşebileceğini, daha da alçalabileceğini hepimiz adımız gibi biliyoruz.

Ağlamak, ağıt yakmak, en duygusal yazıyı yazmak mümkün. İnsanlıktan nasibini alamamış iki yaratık için en ağır hakaretleri söylemek, lanetler etmek mümkün. Vicdanlara tercüman olmak da mümkün.

***

Ama ben bugün onu yapmayacağım.

Çünkü Emani gitti aramızdan. Onu geri getiremeyiz. Başına gelenleri yaşanmamış yapamayız. Düne dönemeyiz.

Ancak aramızda başka Emani’ler var ve onlar hayattalar.

Bunu biliyoruz. Sivil toplum kuruluşlarının hazırladığı raporlardan, medyada zaman zaman çıkan haberlerden ancak daha çok, Emani’nin tabutunun başında yükselen feryattan biliyoruz. Mülteci bir kadın şöyle haykırdı: “Biz de tacize uğruyoruz, sesimizi çıkaramıyoruz. Mahkemeye başvurmak istedik bir şey çıkmaz dediler. Sürekli bu sorunlarla karşılaşıyoruz, evimize giderken bile korkuyoruz.”

Devlet büyükleri, o beldede yaşayanların canlarını, namuslarını korumakla görevli olan Sakarya’daki yetkililer derhal Emani’nin tabutunun başındaki o çığlığın sahibine ulaşmalılar. Derhal.

Sadece Sakarya mı? Değil. Türkiye’nin dört bir yanındaki Emaniler’e ulaşılmalı.

Ve devlet büyükleri, hükümet yetkilileri kendilerine şu soruyu sormalı ve cevaplamalı: Emani’nin namusunu koruyabilir miydik? Emani’nin canını korumak, namusunu korumak için biz gerekli bütün tedbirleri aldık mı?

Bizden kaynaklanan bir kusur var mı? Eksik bıraktığımız bir şey var mı?

Öyle ya... Şu kadar mültecimiz var diye övünüyoruz, mültecilerimize harcadığımız para şu kadar diye şişiniyoruz.

Sonuçta Avrupa ile oturduğumuz ya da oturamadığımız masadaki en büyük kozumuz mülteciler...

Peki, mesele mültecilere sadece kapıları açmak mı? Tamam, kapılarımız sonuna kadar açık kalsın. Dünyanın hiçbir mazlumu kapımızdan çevrilmesin. Ülkemde bir karış toprak açıkta kalmayıncaya kadar buyur edelim. Benim ülkeme de, ülkemin dindar yöneticilerine de, ülkemin adetlerine, örfüne, geleneğine yakışan da budur.

Ancak başımızı ellerimizin arasına alıp sormanın vaktidir: Açık kapılarımızdan buyur ettiklerimiz için gerekenleri ‘yeterince’ ve hakkıyla yapabildik mi?

***

6 yılın sonunda meseleye yaklaşımımız, hayatta kalmalarını sağlayacak bir kap yemekten, bir yudum sudan, bir yastıktan bir yorgandan, başlarının üstünü örten bir çatıdan mı ibaret?

Soruyorum, 6 yılın sonunda Türkiye’nin mültecilere yönelik olarak esaslı bir politikası var mı yok mu?

Sonuçta mülteci meselemizin altıncı ayında değiliz, altıncı yılındayız.

Mesela Emani’nin tabutunun başında haykıran o Suriyeli mülteci kadının “tecavüze uğruyoruz ama sesimizi çıkartamıyoruz” haykırışı vahimdir.

Tamam, Sinan Oğan’a kızalım, tamam Demet Akalın’a kızalım, bağıralım, en sert tepkileri verelim. Öfkelenelim.

Ancak bunca yılın sonunda onlar artık misafirlerimiz değil. Bakın 2011 yılında bir yıl sonra geri dönecekler denildi, altı yıl oldu.

Suriyeli mültecilere yönelik kalıcı politikalarımız var mı? Varsa neler?

Emani’nin başına gelenlerden sonra sivil toplum kuruluşlarının Suriyeli mülteciler ve mülteci kadınlara yönelik hazırladıkları raporlara baktım. Hemen bütün saha araştırmalarında, mülteci kadınların ve kız çocuklarının şiddete taciz ve tecavüze uğradıkları raporlanmış. Dahası kirasını ödemeyen mültecilerden kira karşılığı istenen kız çocuklarının dram dolu hikayeleri var.

Mesela S. isimli Suriyeli annenin 16 yaşındaki kızının şu sözleri yürek yakıcı: “Geldiğimizden beri tacizlerden korktuğum için doğru dürüst dışarıya çıkamıyorum. Bu sebeple hareketsizlikten evde kilo aldım.” (Mazlum Der, Suriyeli Kadın Sığınmacılar 2014 Raporu)

Şiddet ya da cinsel istismara uğrayan, kendisini güvende hissetmeyen mülteci kadınların herhangi bir sorunla karşılaştıkları zaman başvuracakları yetkili bir merci neden yok? Var mı?

Özel bir hat, bir çağrı merkezi oluşturmak çok mu zor? Var mı?

Emani’nin başına gelenler bir gecede olmadı sonuçta! Geliyorum diyen bir süreç var. Gidip anlatabilecekleri bir merci olsaydı Emani belki de bu vahşeti yaşamayacaktı...

Emani gitti. Ve dönmeyecek. Ancak Emani ülkemizdeki başka Emani’lerin başına böylesi bir vahşet gelmemesi için, böylesi bir utanç yaşanmaması için ve bu ülkede güvenle yaşanabileceğini göstermek için bir vesile olsun.

YORUMLAR (18)
YORUM YAZ
UYARI: Hakaret, küfür, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış, Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır. (!) işaretine tıklayarak yorumla ilgili şikayetinizi editöre bildirebilirsiniz.
18 Yorum