“Daha göreceğimiz çok şey var...”
Yargıtay Onursal Cumhuriyet Başsavcısı Vural Savaş, anayasa mahkemesi üyeliğini engelleyemediği Haşim Kılıç’ın Anayasa Mahkemesi Başkanlığına seçilmesini “ama ben demiştim” diyerek bu sözlerle yorumlamıştı.
Savaş’a göre Haşim Kılıç’ın Anayasa Mahkemesi Başkanı olmasının birinci dereceden sorumlusu CHP idi ve “bunun böyle olacağı ta başından belliydi.”
Tehlike adım adım geliyorum diyerek gelmişti!
Gelelim Vural’ın “ben demiştim” dediği hadise ve CHP’yi direk suçlu olarak görmesinin sebebine:
1990 yılında Haşim Kılıç’ın ismi Anayasa Mahkemesi üyeliği için geçmektedir. Zira rahmetli Özal’ın önüne giden üç isim arasında olduğu yargı camiasında duyulur. Sadece yargı camiasında mı? Müesses düzenin koruyucuları, sahipleri, medyası “görev başındadır.” Her kes üzerine düşen görevi “hakkıyla” yapmak için kolları sıvarlar.
Dönemin İstanbul Baro Başkanı Turgut Kazan, 20 Kasım 1990 günü SHP Genel Başkanı Erdal İnönü’yü ziyaret eder ve “Cumhurbaşkanı Özal televizyon izlemeyi günah sayan bir Nakşibendi tarikatı mensubunu, Anayasa Mahkemesi’ne üye seçtirebilmek için sayıştay yasasını değiştirdi. Yasanın iptali için Anayasa Mahkemesine başvurun ve engelleyin” der.
Ve medyada “Sayıştay kontenjanından, Anayasa Mahkemesi üyeliğine Haşim Kılıç adında bir laiklik düşmanı, evinde televizyon dahi izlemeyi günah sayan” birisinin getirileceğine dair haberler ve köşe yazıları çıkar, “hukuk devletine çağrı” başlıklı bildiriler yayınlanır.
Laikliğin korunması adına “Anayasa Mahkemesi” göreve çağrılır.
“Kılıç’ın evinde televizyonun olmadığı” sadece medyada çıkan haber değildir. Rahmetli Özal’ın Kılıç’a dair en önemli bilgi notudur da...
Haşim Kılıç’ın evinde televizyon var mıdır, yok mudur?
Hani Özal’ın “kontrol ettirdim, evinin balkonunda anten var” diyerek Kılıç’ı savunduğu tarihe geçen yanıt var ya espri değil, gerçektir...
Rahmetli Özal’a kulak verelim gelin. Özal, Mülkiye Haftasında yaptığı konuşmada Haşim Kılıç’ı neden seçtiğinin arka planını şöyle anlatır:
“Sayıştay Genel Kurulu, ehil olan üç kişinin ismini bana gönderdi. Bir de kağıt geldi önüme. Kağıtta, gazetede yazan ‘televizyon seyretmeyen Anayasa Mahkemesi üye adayı’ notu vardı. Bunun üzerine hemen iki kişiyi bu adayın evine, tahkikat için gönderdim. Aday Haşim Kılıç televizyon seyrediyormuş, hem de uydu yayın. Belki ikinciyi seçecektim ama bu tahkikattan sonra onu seçtim.”
Özal’ın görevlendirdim dediği iki kişiden biri, kardeşi Yusuf Özal’dır. Diğeri de kardeşine “Cumali’yi gönder bakalım” dediği, danışmanı Cumali Ünaldı’dır
***
Hikayenin sonucunu biliyorsunuz. Rahmetli Özal’ın hayırla yad edilecek en önemli, tarihe adını altın harflerle yazılmasına neden kararlarından birisidir. O dönemler göz önünde bulundurulduğunda, havada kuş uçsa “laiklik elden gidiyor” yaygaralarının kopartıldığı bir süreçte her kişinin harcı değildir, dindar birisini Anayasa Mahkemesine atamak.
Ve bingo...
Haşim Kılıç Anayasa Mahkemesi üyeliğine atanır atanmaz, dakika bir, bir gazeteci mikrofonu uzatır ve sorar:
“Siz laik misiniz?”
Şimdi bu yazıyı yazarken düşünüyorum da “Peki, siz şaka mısınız?” karşılığı tam yerinde olurmuş...
***
Velhasıl kelam, Haşim Kılıç o gün bugündür gündemden düşmedi. Sözüm ona topluma adalet dağıtacak hukukçu kimliğine sahip Vural Savaş’ın ahlaksızca “Beni görünce kendini yere attı, başını halıyla örtmeye çalıştı. Sara nöbeti geçiriyor sandım. Başı açıkken eve erkek girdi diye öyle davranıyormuş” sözlerine dahi maruz kaldı. Gerçi Savaş’ın ahlaksızca ettiği sözleri mahkemede “eşi” dahi doğrulamadı ve 2. 5 milyar tazminat ödedi. Ancak toplum nezdinde aşağılanma, itibar suikastının, alay edilmenin yürekte açtığı yaranın, acının bedelini hangi tazminat karşılayabilir ki.
Gönül Kılıç ne adına yaşadı bütün bunları. Haşim Kılıç’ın bu kadar linçe uğraması ne adına idi?
Bugün AK Parti’de siyaset yapanların “kafayı çıkartmadığı” dönemde, Haşim Kılıç kelle koltukta “demokrasi, hukuk, özgürlük, adalet” mücadelesi verdi.
Antidemokratik parti kapatma kararlarının karşısında dimdik durdu. Türkiye’nin gündemini belirleyen davalarda oyu hiç tartışmasız demokrasiden, hukuktan yana oldu. 367 Kararı’nda muhalifken herkesin Haşim Ağabeysiydi. Hakeza AK Parti’nin kapatılma davasındaki demokrasiden, hukuktan yana cesur duruşunu kim unutabilir ki.
AK Parti’de kimileri o dönemde “odasını derleyip toparlamaya” başladıkları dakikalarda Kılıç Anayasa Mahkemesi’nde “yüzde kırk yedi oy almış bir partinin bir gazete kupürüyle kapatılmasının zalimlik olacağını, laiklik adı altında maskaralık olacağını” anlatıyordu.
Bu ülkede her şey unutuluyor tabii ki.
Gün gelir tanıkları Haşim Kılıç’ın 17 25 Aralık kalkışmasında HSYK’da demokrat yargıçlara antidemokratik bir kalkışmada, hukuktan yana olmaları için nasıl bir mücadele verdiğini anlatırlar da bizlerde dinleriz.
Şimdi...
Haşim Kılıç’ın oğlu Samet Kılıç FETÖ suçlamasıyla karşı karşıya. Tutuklama kararı çıkartıldı. Hem de ByLock gibi üzerinde bu kadar şaibe oluşmuş bir delil suçlamasıyla.
Yazının başlığına gelecek olursak... Ne dersiniz? “ 42 yıllık devlete hizmet hayatının büyük bölümünü Anayasa Mahkemesi’nde geçirmiş, emekli bir yargı mensubuyum. Görev sürem içinde, FETÖ’nün Balyoz, Ergenekon ve buna benzer davalarla kurduğu kumpasları, bireysel başvuru kararlarıyla tespit ederek etkisiz hale getiren Anayasa Mahkemesi’nin başkanı olarak oğluma yapılan bu suçlama, beni ve ailemi derinden üzmüştür. Şerefimle devletime hizmet ederek koruduğum ismimi, hiç kimsenin kirletmesine asla izin vermeyeceğim” diyen Haşim Kılıç...
28 yıllık hayatı, yaşadıkları bir film şeridi gibi gözünün önünden geçip bu kez Kılıç’ın kendisi...
“Daha neler göreceğiz” demiş midir...
HASBİNALLAH...
Siyasetin vicdanı da yok, vefası da. E tabi insan en azından böylesi bir dönemde farklı bir şey bekliyor elbette. Ancak... yok işte. Siyaset öyle bir çark ki, içine çekti mi bir kere insanda ne insanlık bırakıyor, ne vicdan, ne merhamet, ne vefa.