Çözüm süreci asıl şimdi!
Biliyorum çok öfkelisiniz.
Biliyorum içiniz kan ağlıyor.
Eliniz yüreğinizde “Bir şehit haberi daha gelmesin” diye dua ediyorsunuz.
Ülkenin doğusundan gencecik evlatlarımızın şehit haberlerinin geldiği, ülkenin batısından canlı bombaların yakalandığı bu günlerde...
Çözüm sürecine asıl şimdi sahip çıkmamız gerekiyor, çözüm süreci şimdi başlıyor desem...
Kafayı yediğime inanacak, vicdanımı yitirdiğimi düşünecek, oturduğum yerden ahkam kestiğimi söyleyeceksiniz.
Hatta, büyük bir öfkeyle yerinizden zıplayıp “Çocuklarımız ölüyor, hangi çözüm süreci!” diyeceksiniz.
“Batsın sizin çözüm süreciniz, cehennemin ta dibine kadar” diyeceksiniz.
Bütün bunlara rağmen diyorum ki...
Asıl şimdi çözüm sürecine sahip çıkmamız gerekiyor.
Asıl şimdi çözüm sürecini yürütebilmek lazım…
Hem de “Biz sırtımızı PYD'ye YPG'ye ve YPJ'ye dayıyoruz” diyen HDP'nin Eş Başkanı Figen Yüksekdağ'a ve “PKK'ya silah bırakın deme yetkimiz yok” diyen Selahattin Demirtaş'a rağmen...
Evet. Tam da Selahattin Demirtaş'ın, söylemden öteye götüremediği, ağzına sakız yaptığı “Barış cesaret ister” sözü gibi.
Barış sadece cesaret değil, kararlılık da ister
Ama eksik… Barış hem cesaret ister, hem de kararlılık ister.
Barışı istemeyenlere, sabote edenlere karşı kararlılık ister. Kararlılık olmazsa barış olmaz.
Kürt sorununu çözmek isteyen tek lider Cumhurbaşkanı Erdoğan değildi elbette.
Ancak istikrarlı bir şekilde kararlılık gösteren, her türlü riski göğüsleyen, yılmayan, usanmayan lider oldu Erdoğan.
Dün yaşadıklarımız bugün yaşadıklarımızdan daha iyi değildi.
Barış ve huzur hiçbir ülkeye kolay gelmedi, bu ülkeye de kolay gelmeyecek.
Belki de çok önemli bir eşikteyiz. Ya o adımı atacağız, ya da gerisin geriye ebediyyen döneceğiz.
Bugünlerde tecrübelerinden istifade etmeye çalıştığımız, mukayeseler yaptığımız, örnek aldığımız İrlanda'ya barış kolay mı geldi?
‘Barışıyoruz” deyip el mi sıkıştılar?
IRA “madem öyle arkadaş, hadi silahlarımızı gömelim mi?” dedi.
Yoo...
'Ateşkes başımıza gelen en kötü şey' diyebildiler
Bugün bizim yaşadıklarımızı ama bir eksik ama bir fazla, İngiltere ve İrlanda da yaşadı.
1993’te İngiltere Başbakanı John Major ve İrlanda Başbakanı Albert Reynolds yayınladıkları ortak deklarasyonda “askeri şiddetin kesileceğini” açıkladı. 1994’te de 80 ve 90’lı yıllarda İngiltere’yi kan gölüne çeviren İrlanda Kurtuluş Örgütü (IRA) ‘ateşkes’ ilan etti ve çatışmasızlık sürecine girildi.
Elbette bu durumdan herkes memnun olmadı ve muhalif bir grup ‘ateşkes başımıza gelen en kötü şey’ diyebildi.
PKK’ya ‘Aman silahlarını bırakma!’ diye akıl verenler, ‘PKK silah bırakıyor’ diye üzüntüden kahrolanlar gelsin aklınıza!
Müzakereler devam ederken 1996 yılında “ateşkesin bittiği” açıklandı ve bir saat sonra da Londra limanındaki bir kamyon bombayla patlatıldı. 2 kişi öldü, 100’den fazla kişi yaralandı!
Patlatılan bu bomba yeşertilmeye çalışılan barışa son verildiğinin habercisiydi.
Peki, ateşkesin bitmesine, barış sürecinin bitmesine sebep olarak kim gösterildi dersiniz?
Örgüt İngiliz hükümetinin “tavırlarını” sebep gösterdi ve İngiliz hükümetini suçladı!
Ne kadar tanıdık değil mi?
IRA barışı bozmak için ne yaptıysa, PKK da aynısını yapıyor
Selahattin Demirtaş’ın günlerdir yaptığı “Kandil silahı bırakacaktı, Erdoğan istemedi" gibi ipe sapa gelmez açıklamaları...
7 Haziran’dan bu yana ortalığı kan gölüne çevirmeye çalışan, yol kesen, barajları patlatan, adam kaçıran, trafik kazası yaptım diye çağırdığı gencecik polisleri kalleşçe vuran, gecenin bir vakti uyumakta olan polisleri vuran, askerlerimize pusu kuran, gençmiş, yaşlıymış, hamileymiş, kadınmış umursamadan sivil vatandaşları öldüren, yakan, yıkan PKK’ya gıkı çıkmayan, devlete “silahları bırakın” çağrısı yapan Selahattin Demirtaş’ın tavırlarını...
IRA ne yaptıysa barışı bozmak için PKK da aynı tavrı gösteriyor. Dün IRA bozduğu barış için kimi sorumlu tutuyorsa, bugün PKK da aynısını yapıyor.
Hem de bugün değil...
AK Parti iktidara geldiği 18 Kasım gününden 12 gün sonra, 30 Kasım’da, ilk icraatı olarak Olağanüstü Hal’i kaldırmıştı hatırlarsınız.
AK Parti 2002 yılında iktidara geldiğinde, Türkiye genelinde aldığı oy oranı yüzde 34’tü ve yüzde 34 oy oranında Güneydoğu neredeyse hiç yoktu.
Erdoğan Kürt sorununa bismillah diyerek, Kürt halkının bir travması olan Olağanüstü Hal’i kaldırarak başladı AK Parti’nin icraatlarına…
Ve tam üç yıl sonra Diyarbakır’da o tarihi konuşmayı yaparak “Kürt Sorunu benim sorunumdur, boynumun borcudur” dedi.
2009 yılı Kürt sorununda en somut adımların atıldığı yıldır; OSLO, Habur, TRT ŞEŞ’in açılması, cezaevlerinde Kürtçe savunma hakkının getirilmesi, Mardin Artuklu Üniversitesi’nde “Yaşayan Diller” bölümünün açılması...
Bunlardan sadece birkaçı...
PKK sevinmedi elbette... Elinden geleni ardına koymadı.
Cumhurbaşkanı Erdoğan'ın “Çözüm sürecinde hükümetimiz olarak samimi adımlar attık” derken kastettiği bunlar olmalı.
Ama asıl şimdi kararlı durmanın, çözüm sürecinin arkasında durmanın vaktidir.
PKK'nın Kürt halklarının demokratik hakları, çözüm süreci gibi bir derdi de gündemi de yoktu... Hakeza, HDP’nin de Selahattin Demirtaş’ın da...
O zaman devlet, silahını bırakmayan PKK'ya operasyonlarını en acımasız şekilde sürdürürken, çözüm sürecini kaldığı yerden devam ettirmeli. Ve bölgede halkın güvenliğini sağlamalı.