Bunun adı skandal!
Madem ki, bir sabah ansızın yaptıkları baskınla, Türkiye Cumhuriyeti tarihinin en büyük ajan operasyonunu gerçekleştirdiklerine ve ‘hem de harita üstünde, iş üstünde’ yakaladıklarına dair kızılca kıyametler koparttılar.
Madem ki, onlar “insan hakları görünümlü casustular, ajandılar” ve Türkiye’yi kana bulayacak hain planlarında İngilizlerin parmağı vardı!
E bu durumda sormak hakkımız değil mi?!
Bir gece ansızın nasıl oldu da hangi saikle salıverdiniz, vatanımızı kaosa sürükleyecek o hainleri!
İnsanın aklı almıyor.
‘Casusluktan’, ‘ülkeyi kaosa sürükleyecek hain planlar’ yapmak suçuyla tutuklanan isimler hakkında ‘casusluğa’ dair tek somut bir iddianın olmadığı, Büyükada davası iddianamesi... Nerede duruyor?
Yargıtay Başkanı İsmail Rüştü Cirit’in Adli Yıl açılış töreninde yargıçlar ve kararlarına dair şu sözleri nerede duruyor?
“Yargıda eski sakil dönem artık bitti. Bizim görevimiz, duyguyla, coşkuyla, önyargı ile davranmak değil, Türk hukuk sisteminin son yıllarda bir başarı olarak yükselttiği insan haklarına ilişkin standartlardan taviz vermeden objektif delillere göre karar vermektir” (6 Eylül 2017)
***
Peki, HSK ne yapıyor?
Sevinelim mi bu durumda! Bakın adalet yerini buldu, bizim yargımız güzel yargımız diye!
Ne oldu peki?
Hani “uçurumdan dönmüştük”!
Hani “korkunç belgelere” ulaşılmıştı!
Hani onlar insan hakları savunucuları, aktivistler falan değil bildiğin “Tertip komitesiydi”!
“Bu işte bir tuhaflık var” diyenleri, “Bakınız bu ülkenin Ergenekon gibi Balyoz gibi bir acı travması var aman ha dikkatli olunsun” diyenleri neredeyse ‘vatan hainliği’ ile suçladılar. Belgelerden belge seçin dercesine utanç verici bir şekilde ‘gazetecilik başarı’ hikayeleri döktürdüler, hükmü verilmemiş sanıkların hükmünü kestiler.
O halde bizlerde çatır çatır soracağız. Ne oldu? Şimdi hem bu skandalı sorumluları, hem de yaptıkları tezviratlarla toplumu yanıltanlar, Tükiye’nin içeride ve dışarıda itibarını zedelenleyenler, hem devlet büyüklerine hem de kamuoyuna karşı tane tane cevap verecekler!
Neden mi? Çünkü Türkiye’nin itibarı söz konusu. Türkiye olağanüstü bir zorlu süreçten geçiyor ve bu konuda en çok dikkat etmesi gerekenler de yargıçlar, yargımız... Çünkü yargıçların yaptığı yanlışlar, dikkatsizlikleri, ‘coşkulu, heyecanlı’ yaklaşımlarının sonucu Türkiye’nin hukuk devleti olmadığı algısına sebebiyet veriyor.
Büyükada davası bir skandaldır. Başka türlü sonuçlanması zaten mümkün değildi.
Büyükada davası sanıklarına ve yakınlarına bu vesile ile geçmiş olsun diyorum.
AK PARTİ SEÇMENİ “İSTİFALAR” KONUSUNDA İKNA EDİLEBİLİR Mİ?
Bir kere söylemek gerekiyor ki, ‘gerekçelerinde’ ne kadar haklı olursa olsun, belediye başkanlarını“istifaya zorlaması” AK Parti’nin eksi hanesine yazacaktır.
Velev ki, “belediye başkanlarının istifa sürecini anketler ve tabandan gelen şikayetler üzerine” başlatmış olsunlar.
AK Parti içinde de bunun güçlükleri, zorlukları görülmüş olmalı ki son MYK toplantısında gündeme getirilmiş. Gündemde bir de Balıkesir Belediye Başkanı’nın durumu olmuş. İstifa etmedi ve istifa konusundaki kararını da pazartesi günü açıklayacağını söyledi. Partili Cumhurbaşkanı Erdoğan “İstifasını vermeyen belediye başkanları sistemin nasıl işleyeceğini bilir, gereği yapılacak” demiş. Demokratik kültürle bağdaşmayan oldukça vahim bir açıklama olduğunu söyleyebilirim..
Cumhurbaşkanı Erdoğan o MYK toplantısında “Belediye ve teşkilatlardaki değişim gerekçelerinin seçmene iyi anlatılmasını” istemiş.
Anlatamazlar. Bir kere “teşkilatlar” meselesi ayrı, “belediyeler” meselesi ayrı. Birbirinden ayrı iki husus.
“Teşkilatlar” AK Parti’nin kendi iç meselesidir. Mesela isterse 24 saatte bir değişiklik yapsın; gece “il başkanı” yaptığı bir isim sabahı göremesin.
Ancak “belediyeler” meselesi gerçekte bir demokrasi meselesidir. Dolayısıyla mesele AK Partiyi aşar. Dahası bugüne kadar “demokrasi”, “milli irade”, “sandığın dokunulmazlığı”, “hukukun üstünlüğü” gibi eski Türkiye’de yok sayılan ilkelere sahip çıkmak iddiasına sahip olan AK Parti’nin saygınlığına ve güvenirliğine zarar verir.
Bakınız, bir anlamda “yerel seçimler” daha sahicidir. Daha açık şöyle söyleyelim, genel seçimlerde seçmen direkt gider ve “partisine” oy verir, yerel seçimlerde ise partizanca bir tutum sergilemez; eğer daha iyi hizmet edeceğini düşündüğü, daha çok güvendiği, itimat ettiği bir isim başka bir partinin adayı ise gider ve ona oyunu verir. Ya da belediye başkanlığında “partisinin adayına” oy verirken, Meclis üyeliği için başka tanıdığı isimlere oy kullanabilir.
Bundan dolayıdır ki, yerel seçimlerde partiler, adaylarının ‘yerelde oy potansiyeli, tabanda sevilip sevilmediği, güvenilir olup olmadığı’ hususlarında ‘anket çalışmaları’ yaptırır, saha araştırması yürütür.
2009 yerel seçimleri ve Ahmet Fakıbaba hadisesini şu günlerde AK Parti’nin hatırlamasında da fayda var. Urfa AK Parti’nin tulum çıkarttığı bir il olmasına rağmen, seçmenin tercihi “ceketimizi koysak kazanır” diye meydan okuduğu Ahmet Fakıbaba’dan yana olmuştu. (‘Ceket değil, Fakıbaba kazandı’, Sabah Gazetesi, 30.03.2009)
Bakınız tabanın AK Parti’ye yönelik bir rahatsızlığının olduğu muhakkak. Bundan artık kimsenin kuşkusu yok. Ancak AK Parti’nin bunu gidermesinin yolu bu değil.
Reformcu kimliğine ve kurucu ayarlarına dönmesi gerekiyor. Asıl zararı veren kendisini temsil eden medyanın kullandığı dil, AK Parti’nin itibarını zedeleyen haber anlayışıdır ve kamuoyu önünde kendisi adına konuşan isimlerdir. AK Parti’nin önünde ciddi bir temsil ve temsil noktasında seviye sorunu bulunuyor.
AK Parti yine de yol yakınken ‘belediyeler’ konusuna bir de bu gözle bakmalıdır.