'Biz her yıl 14 Mart’ı kutlarız'
Sivas Kongresinde faal rol oynayan, Anadolu Rumeli Müdafaa-i Hukuk Cemiyeti üyelerinden olan Mazhar Müfit Kansu hatıralarını yazdığı “Erzurum’dan Ölümüne Kadar Atatürk’le Beraber” kitabında Sivas Kongresi’ne dair şöyle anekdot aktarıyor:
“Murahhaslar (delegeler) konuşuyor, manda fikrinin şiddetle aleyhinde bulunuyor, tam istiklal ve bütünlüğüne sahip olmayan bir Türkiye’nin yaşamasının imkansız olduğu ifade ediliyordu.
Hikmet isminde askeri tıbbiye talebesi biri vardı. Sivas Kongresine askeri tıp talebesi delegesi olarak katılmıştı.
Birden heyecan kesilmiş olarak yüksek sesle ‘Paşam, murahhası bulunduğum tıbbiyeliler beni buraya istiklal davamızı başarmak yolundaki mesaiye katılmak üzere gönderdiler. Mandayı kabul edemem. Eğer kabul edecek olanlar varsa, bunlar her kim olurlarsa olsun şiddetle ret ve takbih ederiz. Farzı muhal, manda fikrini siz kabul ederseniz sizi de reddeder, Mustafa Kemal ‘vatan kurtarıcı değil, vatan batırıcısı’ olarak adlandırır ve tel’in ederiz’ diye bağırdı.
Bu gencin yürekten kopup gelen bu sözleri karşısında hazirunun bir çoğunun gözleri yaşarmıştı. Mustafa Kemal Paşa da müteheyyiç olmuştu, heyecanlı bir sesle ‘Evlat müsterih ol. Biz, ekaliyyette kalsak dahi mandayı kabul etmeyeceğiz’ dedi, tıbbiyeli gencin alnından öptü, genç de ‘Var ol paşam’ dedi ve paşanın elini öptü.
Mustafa Kemal Paşa yıllar sonra Ankara’da ‘Bizim Sivas Kongresinde biricik ateşli genç bir tıbbiyelimiz vardı, nerede’ diye sormuştu. Hikmet’i mebus yapmak istiyordu. Bulunamadı, ölmüş dendi. Halbuki, geçen sene hayatta olduğunu, albay rütbesini ihraz etmiş bulunarak bir askeri hasta hanenin başhekimliğinde bulunduğunu öğrendim.” (Sh.247-248)
***
Merhum Kansu’nun kitabında yer verdiği genç tıbbiyeli Hikmet Boran. Sivas Kongresine katıldığında 19 yaşındaydı.
Yazımın başlığına aldığım ifade de Hikmet Boran’a ait.
Maltepe Üniversitesi Tıp Fakültesi Öğretim Üyesi Prof. Dr. Zeliha Özer verdiği bir röportajda başlığa aldığım ifadenin hikayesini şöyle anlatıyor:
“Osmanlılar Birinci Dünya Savaşı’ndan yenik ayrıldığı ve İngiliz Donanması topları şehre çevrili halde Haydarpaşa Limanı’nda demirlediği günlerde, işgalciler limana yakın olduğu için dönemin Tıp Fakültesi olan Tıbbiye-i Şahane binasına el koymuştu, Tıbbiye öğrencileri bu duruma sessiz kalmak istemezler, 14 Mart sabahı Hikmet Boran ve arkadaşları dev bir Türk bayrağı hazırlarlar, İngiliz nöbetçileri atlatarak okulun iki kulesinin arasındaki çatıya çıkarak işgali protesto ederler.
Üniversitemizin yaptığı arşiv çalışmalarında ve tanıklarla görüşmelerinde İngilizlerin eyleme katılan tüm öğrencileri tutukladığını da saptadı. Anlatılanlara göre, Hikmet Bey ve arkadaşları bahanelerini hazırlamıştı. Öğrenciler ‘Biz her yıl 14 Mart’ı kutlarız’ diye savunma yaparlar, İngilizler bu eylemi sineye çekmek zorunda kalırlar ve öğrencileri serbest bırakırlar.” (Odatv, 14 Mart 2019)
***
Milli Mücadele’nin ilk günlerinden itibaren Tıbbiye öğrencileri ‘beyaz gömleklerini’ çıkartarak mücadeleye katılmışlardır. Hatıratlarda tıbbiyelilerden 5-10 kişilik bir grubun Kadıköy Bahariye’deki İngilizlere ait silah deposunu gizlice boşaltarak, silah, el bombası ve askeri teçhizatı at arabalarıyla Anadolu’ya ulaştırmayı başardıkları gibi kahramanlık hikayeleri yazılıdır.
Dün 14 Mart Tıp Bayramı’nın yıldönümüydü.
Öncelikli olarak bütün doktorlarımızın, hemşirelerimizin ve sağlık çalışanlarımızın bayramını en içten dileklerimle kutluyorum, onlar her koşulda; doğal afetlerde, savaşlarda, salgınlarda kendi canlarını ortaya koyarak başka canları kurtaranlar.
Onlar aynı zamanda anne, baba, eş, annelerinin kızları, babaların oğulları. Onlar hayatları kurtaran kahramanlarımız, her biri başımızın tacı.
Buradan kendilerine teşekkürü bir borç bilirim, iyi varlar, hep var olsunlar. Ayaklarına taş değmesin.
Doktorlarımız, sağlık çalışanlarımız ilk kez bir siyasi iktidar tarafından hedef alınmıyor. Dün de hedef alındılar, bugün de alınıyorlar yarın da alınacaklar.
***
Ancak hiçbir siyasi iktidar müdanasızca, hoyratça “Nereye gidiyorsanız gidin” diyerek gönül borcumuz olan doktorlarımıza ülkenin kapısı göstermemişti.
Cumhurbaşkanı Erdoğan doktorlarımızın haklı taleplerini yerine getirmek, dertlerine kulak vermek, ülkemizde neden mutsuz olduklarını anlamak, yaşadıkları gelecek kaygısını gidermek, daha insani koşullarda çalışmalarını sağlamak yerine “Açık konuşuyorum, açık konuşmayı severim. Varsın gidiyorlarsa gitsinler, bizler de üniversiteleri yeni bitiren doktorlarımızı istihdam ederiz, onlarla devam ederiz” dedi.
Çok vahim. Sayın Erdoğan’ın bu sözlerinin tevil edilebilecek, ‘aslında şöyle demek istemişti’ diye revize edilecek bir yanı yok. Tek kelime vahim, endişe verici.
Salgın döneminde elleri patlayıncaya kadar alkışlayan da Cumhurbaşkanı Erdoğan, ‘varsın gidiyorlarsa gitsinler’ diye ülkenin kapısını gösteren de…
Cumhurbaşkanı Erdoğan “gidiyorlarsa gitsinler, yerleri boş kalmaz, yeni doktorlar var” dememiş gibi dün çıktı “Rabbim tüm hekimlerimizden ve sağlık çalışanlarımızdan razı olsun, yokluklarını göstermesin” dedi.
Ama daha da vahim olanı Sağlık Bakanı Fahrettin Koca’nın ortalarda görünmemesi, sessizliğe bürünmesidir. Kendisi de bir doktor olan Sayın Koca göstermelik dahi olsa, ağız ucuyla çıkıp da iki kelime edemedi, etmedi.
Bir doktorun yetişmesinin bir ülkeye maliyeti nedir? Kolay mı yetişiyor bir doktor. Bir mühendis, bir hukukçu.
Sayın Erdoğan “Bu ülkede artık yaşamak istemiyorum, kendime gelecek göremiyorum” diyenleri anlamak yerine ülkenin kapısını gösteriyor, iktidar ortağı MHP lideri Devlet Bahçeli ise kafasını kaldıranlara “derhal kapatalım” sopası sallıyor.
31 Mart 2018’de “Bazılarının burayı yaşanmaz bulup yurtdışına gitmek istediklerini duyuyorum, bunların bilet paralarını verip göndermek lazım, çünkü bunlar ülkemize yük” demişti.
Yirmi yıldır ülkeyi ar alıksız yöneten Cumhurbaşkanı Erdoğan ve partisi “Son 4 yılda 5 bine yakın doktorumuzu kaybetmişiz, biz ne yapıyoruz ki doktorlarımız kendilerine bir gelecek göremiyor, biz nasıl yönetiyoruz ki ülkemizin doktorları mutsuz” diye düşünmek yerine “gidiyorlarsa gitsinler” diye kapıyı gösteriyor.
Bu ülkenin gençleri mutsuz, anneleri mutsuz, babaları mutsuz. Doktorları mutsuz, yetişmiş nitelikli insanları mutsuz, bu ülkede yaşamak istemiyor.
Cumhurbaşkanı Erdoğan ‘benim yönettiğim ülkede vatandaşlar neden mutsuz’ sorusuna yanıt aramak yerine “gidiyorlarsa gitsinler” diyor.
***
Sayın Erdoğan’ın ya da başka siyasi liderlerin, AK Parti’nin ya da başka siyasi partilerin, velev ki yüzde 80 oy alarak iktidara gelmiş olsun, bu ülkenin doktorlarını bırakın hastabakıcılarına, iş adamlarını bırakın öğrencilerine, holding sahiplerini bırakın bakkal sahiplerine ülkenin kapısını gösterme hakları var mı?
Yok. Sonuçta iktidarlar gidicidir, bugün AK Parti lideri Erdoğan Cumhurbaşkanlığı koltuğunda oturur, yarın Cumhurbaşkanlığı koltuğuna başka bir lider oturur. Doktoruyla, hastabakıcısıyla, kapıcısıyla, bekçisiyle bir ülkenin asıl sahipleri o ülkenin vatandaşlarıdır. vatandaşlar siyasetçilerin efendisidir, velinimetidir, patronudur.
O yüzden kimse doktorlarımıza da bekçilerimize de, bakkalımıza da kapıyı gösteremez. Vatandaş ülkeye çok hizmet yaptığı için bir siyasi iktidar partisine sonsuz minnet duymak zorunda değildir. Çünkü siyasi partiler tam da bunun için oy isterler, hizmet yaptıkları, vatandaşların memnuniyetini sağladıkları sürece de iktidar koltuğunda otururlar.
O yüzden herkes hakkını istiyor, kimse hakkından vazgeçmiyor.