Bahadır’ın ölümü…
On altı yaşındaki Bahadır Odabaşı’nın ölüm haberini duyduğumda kahroldum.
Annesine “dışarı çıkıyorum” diyerek evden ayrılmış, bir daha dönmemiş. Yaşadığı apartmanın 10’ncu katından bina boşluğuna atlamış. Sabah saatlerinde Bahadır’ın cansız bedeni bulunmuş.
Hangi anne çocuğunun ölmesine, hele de böyle ölmesine tahammül edebilir?!
Hangi baba bırakın çocuğunun kendisinden önce ölmesine, çocuğunun yaşamına bu şekilde son vermesine tahammül edebilir?!
Bu şekildeki bir ölümün acısı ne zaman diner?! Ocağa böyle düşen ateş ne zaman söner?! böylesi bir ölümün yası ne zaman sona erer?!.
***
On altı yaşındaki bir gencin ölümü sadece yakınlarının yüreğini yakmaz. Tanıyan, tanımayan, bütün anneler babalar için böylesi genç ölümler kahredicidir. Derin bir sızı olarak yüreklere oturur. Hele de o yaşta çocukları olan anneler ve babalar daha çok üzülürler. Çocuklarıyla mukayese ederler.
Annelerin ve babaların yüreğine kocaman bir sızı olarak oturur böylesi genç ölümler. Ama Bahadır’ın ölümü çoğumuzun umurunda olmadı. Yer yerinden oynamalıydı ama oynamadı. En çok da ülkemizi yönetenleri kahretmeliydi.
Ama kimsenin keyfini bozmadı Bahadır’ın ölümü.
Çünkü anında FETÖ’cü bir babanın oğlu… 4 yıl önce FETÖ mensubu olduğu gerekçesiyle öğretmenlikten KHK ile ihraç edilen ve 4 yıldır tutuklu yargılanan bir babanın oğlu olduğu ortaya çıktı.
Daha genç bedeni toprağa verilmeden, bedeni soğumadan bütün Türkiye Bahadır’ın kim olduğunu öğrendi!
Bahadır 16 yaşında bir genç olmaktan çıkıp, anında düşman çocuğu olarak kodlandı.
***
Hayatına bu şekilde son veren bir gencin kim olduğu önemli mi? Babasından çok özür dileyerek şu soruyu sormak istiyorum: Babası FETÖ mensubuysa bundan Bahadır’a ne? Babasını FETÖ mensubu yapan Bahadır mı? Babaların, annelerin suçlarının bedelini çocuklarına mı ödeteceğiz?
Babalarının, annelerinin alnına vurulan etiketin aynısı çocuklarının alınlarına da mı vurulsun?
Hangi çocuk annesini, babasını seçerek dünyaya geldi? Böyle bir aymazlıkla, akıl almazlıkla bu ülkeyi nereye götüreceğiz?
FETÖ’cü olmanın eylemine göre suçu neyse, cezasını da ona göre hukuk verir, vermeli elbette. Ama kişinin hukuk karşısındaki durumu ne olursa olsun “evlat acısı” gibi bir ceza düşünülemez, kimsenin de “oh olsun” demeye, der gibi duygusuz kalmaya hakkı olamaz.
Vicdan diye bir şey var değil mi? Daha doğru vicdan diye bir şey olmalı, değil mi?
Gençlerin ölümü hepimizi kahretmeli. Ölen bir genç ölü bir gençtir. Babasının kim olduğunun önemi olmaz.
Çocuğu ölen bir baba, o anda sadece çocuğu ölen bir babadır.
Ölüsüne ve acısına saygıyı hak eder; cenazesinin başında elleri kelepçeli tutulmayı değil.
Bir babanın, üstelik babasızlıktan ölmüş oğluna doyasıya sarılmasına izin veren devlet büyük devlettir. O babanın cenaze ve defin sırasında ellerinden kelepçeyi çıkarmak devleti güçsüzleştirmezdi. Bilakis devleti devlet yapardı.
Oğlunun tabutunun başındaki bir baba kaçmaz. Ne yaparsanız yapın kaçmaz. Sağlı sollu jandarma ekiplerinin o acılı babanın ensesinde beklemesine gerek yok. İki jandarma değil beş jandarma beklet, ama biraz uzağında beklet, acılı babayı acısıyla baş başa bırakma olgunluğunu göster. Kanun mu böyle, değiştirin o zaman o kanunu. İnsanın onuruna, acısına saygı gösteren kanunlar yapın.
***
Bahadır’ın ölümü beni derinden sarstı, umutsuzluğa düştüm.
Onlarca daha Bahadır’ı babasızlık öldürse bu ülkede hiçbir şey değişmeyecek noktasına geldim.
Gelelim Bahadır’ın babasına. Ben Bahadır’ın babasının iddianamesini okumadım. Oğlunun cenazesinde dahi ellerinden kelepçe çıkartılmayacak derecede nasıl bir “düşman” olduğunu bilmiyorum!
DEVA Partisi milletvekili Mustafa Yeneroğlu babanın dosyasının okumuş, incelemiş, sosyal medya hesabından dosya hakkındaki kanaatini şöyle paylaştı:
“Bahadır Odabaşı’nın babasının dosyasını inceledim. Yasal faaliyetlere terör örgütü üyeliğinden kesinleşmiş 9 yıl 4 ay 15 gün ceza almış. Suçun manevi unsuru benzer dosyalarda olduğu gibi incelenmemiş; darbe teşebbüsü öncesi Gülen yapısına mensubiyeti yeterli kabul edilmiş.
Ülkede adil bir yargılama olsaydı ve hukuken suçun maddi unsurlarına dayanarak bu davalar yürütülseydi zaten ne bu çocuk annesiz babasız kalırdı ne de canından olurdu…”
Ülkemizde adil bir yargılama olsaydı bugün Bahadır aramızda olacaktı. Babası bu kadar cezaevinde yatmayacaktı.
Bir buçuk milyon teröristi olan bir ülke nasıl bir ülkedir? Bir ülkede bir buçuk milyon terörist olur mu? Bir ülkede bir buçuk milyon terörist oluşmuşsa bunun sorumlusu kimdir?
***
Bahadır gitti aramızdan, peki kaç Bahadır daha var ölüm ve yaşam arasındaki eşikte bekleyen, hayata tutunmaya çalışan. Arkadaşları tarafından dışlanmamak, ötekileştirilmemek için babasının hapishanede olduğunu arkadaşlarına söyleyemeyen kaç Bahadır var?
Önce alınlarına FETÖ yaftası vurulan sonra da devletin iş işten geçtikten sonra pardon dediği kaç anne baba çocuğu var ülkemizde?
Cezaevlerinde anneleriyle kalan 800’e yakın küçük çocuk var. Peki Bahadır gibi hayata tutunmaya çalışan, sivil ölüme terk edilen, ötekileştirilen kaç genç var?
Bilmiyoruz.
***
Hukuk işleseydi, yargı sistemi mağduriyetler üretmeden çalışsaydı, FETÖ suçlaması geçerli delil aramadan kolayca alınlara yapışan bir etiket olmasaydı, KHK ile ihraç edilenler sivil ölüme terkedilmeseydi, terör suçlamasıyla ceza alan anneler ve babaların çocuklarına terörist çocuğu muamelesi yapılmasının önüne geçilseydi…
Bahadır umutsuzluğa düşer miydi?
Yaşam ve ölüm eşiğine gelir miydi? Başına gelen herşeye rağmen hayatın yaşanmaya değer olduğunu görmez miydi?