Anadolu’nun edebî fethi!
İstanbul’da, Sahaflarda, muhtemelen 1980 öncesi günlerde, küçük bir kitap dikkatimi çekmişti. “Divan Edebiyatı Antolojisi 13 ve 14. Asır”. Köprülüzade Mehmed Fuad’ın hazırladığı bu güldeste 1931 yılında yayınlanmıştı. Harf inkılâbından birkaç yıl sonra, dil devriminden birkaç yıl önce…
Kütüphanem için aldığım 64 sayfalık kitapçık, 11 cüzden oluşan antolojinin ilk bölümü idi. Köprülüzade “Başlarken”de kitabın lise öğrencileri için hazırlandığını belirtiyordu. (Şimdi üniversite öğrencilerine bile ağır gelebilir!)
Sunuş’taki ifade ile “13 ve 14. asırlarda Anadolu’da Türk şairleri” kimlerdi? Tahminlerimi alt üst eden bir başlangıçla karşılaşmıştım. Kitapta şiirlerine yer verilen ilk şair Mevlâna idi!
Farsçanın dört büyük şairinden biri sayılan Mevlâna Celâleddin Anadolu’da Türkçe şiirin de başlangıcında yer alıyordu. 24 mısra, bir kısmı mülemma denilen karışık dilli, bir kısmı tamamen türkçe, “Bu ayrılık oduna nice ciğerim yâne” gibi…
Kitabın tek şaşırtıcı yönü bu değildi, “divan şiiri antolojisi”nde Yunus Emre’ye de yer verilmişti. Halbuki Yunus Emre sonraki yıllarda ısrarla divan şiirinden ayrılmış ve “halk şairi”, hatta “ozan” sayılmıştı. Divan şairleri türkçeye ihanet ederken, halk şairleri Osmanlı asırlarında türkçeyi yüceltmişti!
Neden böyle olmuştu? Medrese, saray bir tarafta, halk bir tarafta idi. Divan şairleri medreseli idi, halktan kopuktu, saray bunları besliyordu. Türkçeye ihanet edenler cephesinde Bâkî, Fuzulî, Nabî, Nef’i, Neşatî, Nedim, Galib… gibi Türkçenin en büyük şairlerinin bulunması bir türlü izah edilemiyordu.
İdeolojik körlük uzun süre devam etti. Bu arada Cemal Kurnaz ve Mustafa Tatçı “Ümmi Divan Şairleri” adlı bir kitap yayınladı (2001). Yani, okur yazarlığı olmayanlar dahi klasik tarzda şiirler yazmışlar, divanlar tertiplemişlerdi. Köprülü’nün bu antolojisi ancak 75 yıl sonra yeniden yayınlanabildi…
Zihinlerimiz 1920’lerin, 1930’ların ayarlarını hâlâ yakalamış değil. Çünkü resmî tedrisatta divan şiiri ile ilgili karalamalar günümüze kadar sürdü. Bu karalama kampanyasına daha sonra Köprülü’nün de katıldığına belirtelim.
Anadolu’daki varlığımız, eğer Malazgirt zaferini esas alırsak, dokuz buçuk asırlık. Mevlâna’yı başlangıç tutarsak, bu topraklarda sekiz asırlık yazılı bir edebiyatımız var. Aradaki 150 yılı nasıl izah edeceğiz?
Türkistan’dan, Horasan’dan on yıllardır gelen göç dalgaları Malazgirt zaferinden sonra yatağını bulmuştur. Kısa sürede Diyar-ı Rum’un batı ucunda görünen Selçuklular İstanbul’un burnunun dibindeki İznik’i başkent yapmıştır.
Akabinde haçlı seferleri başlamış Kudüs Anadolu’dan savunulmuş, cedlerimiz bu toprakları şehid kanı dökerek sahiplenmiştir. Bizans’ın Anadolu’ya son hamlesi Miryokefelon’da 1176’da söndürüldükten sonra Anadolu Selçuklu Devleti Alaeddin Keykubad’a kadar büyük bir gelişme göstermiştir. İşte bu dönem büyük umran eserlerinin yükseldiği dönemdir. İktisadî gelişme, şehir hayatının canlanması, ilim ve kültür merkezlerinin teşekkülü bu topraklar üzerinde güçlü bir edebî hayatın da zemini olmuştur. Hiç şüphe yok ki Anadolu’daki edebiyatımızın kaynak metni Mesnevî’dir, bu anlamda kurucu şahsiyeti Mevlâna Celaleddin’dir.
Mevlâna farsça yazmıştır ama, oğlu Bahaeddin Veled ise, eserlerini esas olarak türkçe yazmıştır. Bir nesilde ortaya çıkan bu gelişmeyi nasıl anlamalıyız? Moğol istilası Anadolu Selçuklu merkezini zayıflattı, bu yıkılışa kadar gitti. Bu yıkılış döneminde bir taraftan beylikler ortaya çıktı, diğer taraftan türkçe edebiyat gelişti.
Konya merkezinde farsçanın saltanatı sönerken çevrede türkçenin yükselişini nasıl izah etmeliyiz. Eğer tasavvuf ve onun muhtevasında gelişen şiirimiz, edebiyatımız olmasa idi, 13. Yüzyıldaki Mogol istilası sonrası belimizi doğrultamazdık.
Oğuz türkçesi veya batı türkçesi yazılı edebiyatının başlangıcı Anadolu’dadır, hem de Anadolu’nun merkezinde, Sakarya-Kızılırmak arasındadır! Ve bu büyük başlangıçta Yunus Emre müstesna bir yere sahiptir.
Bazılarına rahatsız etse de şunu söylemeliyiz: Yazılı edebiyatımızın başlangıcında tasavvuf etkilidir, şiirimiz tekke-dergâh kaynaklıdır. Kitlelere türkçe şiirle ulaşılmak istenmiştir, bu yüzden batı türkçesi başlangıçta güçlü bir dinî muhtevaya sahiptir. Daha sonra dinî şiirler yazmayan divan şairleri dahi tasavvufî muhtevayı, mazmunları, remizleri kullanmışlardır.
Anadolu’nun edebî fethinde bir yüzyıl içinde Yunus Emre ile birlikte Sultan Veled, Ahmet Fakih ve Gülşehri’nin isimlerini zikredebiliriz. Bu isimlere ilave edilmesi gereken bir şahsiyet de Âşık Paşa’dır. Onun Garipname’si Anadolu’da ilk hacımlı metindir. Bu isimler içinde yüksek şiir kudretiyle öne çıkan Yunus Emre’yi tanımak, 7 buçuk asırlık edebiyatımızı öğrenmenin başlangıç noktasıdır.