‘Utandım bu âciz şairliğimden’
Sınırlarımızı emniyet altına almak için Suriye’de canını dişine takarak savaşan askerlerimize destek vermek amacıyla bazı sanatçıların Hatay’a davet edilmeleri muhalefet tarafından eleştirilince Cumhurbaşkanlığı sözcüsü İbrahim Kalın Bey, 1915 yılında da bir şair, yazar ve sanatçı grubunun Çanakkale’ye davet edildiğini hatırlattı. Bu davetin bütün safhalarını ve sonuçlarını birkaç yıl önce Edebiyatın Çanakkale’yle İmtihanı isimli kitabımda uzun uzun anlattığım için bana da söz düşer diye düşündüm.
***
1915 yılının Haziran ayında, aralarında Tevfik Fikret’in de bulunduğu otuz kadar şair, yazar, ressam ve bestekâr Karargâh-ı Umumî İstihbarat Şubesi Müdürlüğü’nden birer tezkere alırlar. Yazıda, Çanakkale’de savaş alanlarını gezerek duygularını ve düşüncelerini icra ettikleri sanatın diliyle halka ve gelecek nesillere anlatmaları istenmektedir. Bu bir emir değil, sadece bir rica ve tekliftir.
Edebî Heyet üyelerinden bazıları, Çanakkale’de Müstahkem Mevkiler Kumandanı Cevad Paşa’yla birlikte.
11 Temmuz 1915 pazar günü, sol kollarında “çift yeşil defne dalından işaretli hâki keten elbiseleriyle” Sirkeci Garı’nda toplanan sanatkârlar, davet edilen birçok tanınmış şair ve yazarı aralarında göremeyince hayal kırıklığına uğrarlar. İbrahim Alaeddin, “Refakatleri haberiyle sevindiğimiz zevattan bir kısmı son günlerde kararlarından vaz geçmişlerdi” diyor ve bazılarının resmî görevleri sebebiyle, bazılarının da seyahat yorgunluğunu ve muhtemel tehlikeleri düşünerek bu tarihî fırsatı kullanmadıklarını söyler.
Tevfik Fikret o günlerde bir seyahate dayanamayacak kadar hastadır ve bir ay kadar sonra ölür. Mehmed Âkif ise aşağı yukarı aynı tarihlerde İttihat ve Terakki tarafından görevli olarak önce Berlin’e, daha sonra Necid ve Medine’ye gönderilmiştir. Yahya Kemal’in davet edilip edilmediğini bilmiyoruz; eğer edilmişse, o sırada İstanbul’da bulunduğuna göre, herhangi bir sebeple icabet etmediği anlaşılıyor. Ahmet Haşim’e gelince, o zaten ihtiyat zabiti olarak cephededir.
***
Karargâh-ı Umumî İstihbarat Şubesi’nin davetine icabet edenler şunlardır: Ağaoğlu Ahmed, Ali Canib (Yöntem), Hamdullah Suphi (Tanrıöver), Celal Sahir (Erozan), Ömer Seyfeddin, Hakkı Süha (Gezgin), Mehmed Emin (Yurdakul), Hıfzı Tevfik (Gönensay), Müfid Ratib, Orhan Seyfi (Orhon), İbrahim Alaeddin (Gövsa), Enis Behiç (Koryürek), Ahmet Yekta (Madran), Muhiddin (Birgen), Yusuf Razi (Bel), Çallı İbrahim, Nazmi Ziya (Güran). Müfid Ratib yolda hastalanarak dönmek zorunda kalacak, diğerleri yollarına devam edeceklerdir.
Edebî Heyet üyeleri, Bolayır’da, Namık Kemal’in kabrinin başında.
Ali Canip Bey, o tarihte Anafartalar muharebesinin henüz başlamadığını, fakat Yarbay Mustafa Kemal’in Arıburnu ’nda İngilizleri dar bir alana mıhladığını anlatır. Edebî Heyet bölgeye ulaştıktan sonra, bir ara Türk siperlerinin bulunduğu yerden mızıka sesleri yükselmiş ve aynı anda İngilizler yaylım ateşine başlamışlardır. Ali Canip bunun sebebini sorunca, Arıburnu kumandanı Esat Paşa, her gün öğle vakti Cesarettepesi’nde fırka kumandanı Yarbay Mustafa Kemal’in askerlerine mızıka eşliğinde yemek yedirdiğini, sahilde dar bir alana sıkışıp kalmış olan İngilizlerin kendileriyle alay edildiği zehabına kapılarak tepeyi yaylım ateşine tuttuklarını söyler. Ali Canip Bey Selanik’ten tanıdığı Mustafa Kemal’le orada bir telefon görüşmesi yapmış ve Mehmed Emin Bey’le de görüşmesini sağlamıştır. Genç kumandan Edebî Heyet’i Cesarette pesi’ne davet ederse de, Esat Paşa aradaki yolun ateş altında bulunduğu gerekçesiyle buna izin vermez.
***
Arıburnu ve Seddülbahir’de savaş alanlarını gezen ve ateş altında düşmana en yakın siperlere kadar giderek hangi şartlar altında bir savunma savaşı yapıldığına şahit olan şair ve yazarlardan bazılarınca yazılan şiir ve yazılar daha sonra Tanin, İkdam, Turan gibi gazetelerle Harp Mecmuası’nda ve Yeni Mecmua’nın Çanakkale muharebelerine ayrılan fevkalâde nüshasında yayımlanmıştır. İbrahim Alaeddin’in kitap haline de getirilen manzumeleri Çanakkale İzleri (1922) adını taşımaktadır.
Edebî Heyet üyeleri, Arıburnu eteklerine tırmanırken Ahmet Haşim’le de karşılaşmışlardır. Hakkı Süha Gezgin’in yıllar sonra yazdığı bir yazıda anlattığına göre, “O Belde” şairinin üzerinde ihtiyat zabiti üniforması, başında kabalak vardır. Gürültüden konuşmak kabil olmadığı için “bir daha görüşüp görüşemeyeceklerini kestiremeyenlerin o garip bakışmaları içinde” ayrılırlar.
***
9 Ağustos 1914 tarihinde askere alınan ve eğitimi tamamladıktan sonra 12 Kasım 1915’te ihtiyat zabit vekilliğine terfi ettirilerek cepheye gönderilen Ahmet Haşim’in Çanakkale’de neler hissedip neler yaşadığını yazık ki bilmiyoruz. Bu korkunç muharebelerin onun gibi hassas bir şairin kalbinde derin izler bırakmamış olması düşünülemez.
Haşim’in en zor zamanlarında ateş hattında bulunduğu halde Çanakkale hakkında ısrarla susması, hükümetin savaşı uzaktan takip eden şair ve yazarları savaş destanı yazmaları için Çanakkale’ye gönderirken, onu, zaferin nasıl ve ne pahasına kazanıldığını bizzat yaşayarak görmüş bir şair olduğu halde yok saymasına bağlanır. Yakup Kadri, Çanakkale’ye gönderilen heyetin Türkçülerden oluştuğu, Haşim ve Süleyman Nazif’in aslen Türk olmadıkları için davet edilmedikleri iddiasındadır. Nazif’in bu yüzden Enver Paşa’ya ateş püskürdüğü söylenir. Fakat Haşim öfkesini dışa vuramadığı için alaycı bir tavır takınmayı tercih eder. “Ama,” diyor Yakup Kadri, “içini nasıl bir kurdun yediğini ben biliyordum.”
Çünkü Haşim, aslen Arap olsa da kendini duygu ve kültür bakımından Türk hissediyordu.
***
Çanakkale’de cepheleri on gün müddetle gezen ve Binbaşı Edip Servet Bey rehberliğinde Grup Kumandanı Liman von Sanders’i ziyaret eden Edebî Heyet’teki şairler ne yazık ki çok kuru ve zoraki yazıldığı izlenimi veren manzumelerle dönmüş, bu yüzden çok eleştirilmişlerdir. Bu gezinin edebî sonuçlarını Enis Behiç’in İbrahim Alaeddin’e ithaf ettiği “Çanakkale Şehitliğinde” isimli manzumesindeki şu mısraın veciz bir biçimde özetlediğini düşünüyorum: “Utandım bu âciz şairliğimden.”