Mimar Sinan'ın kafatası
Süleymaniye Camii avlusunda dün Çevre ve Şehircilik Bakanlığı’nca düzenlenen bir anma programı vardı. Mimar Sinan’ın hatırasının yâd edildiği programda Başbakan Ahmet Davutoğlu da İstanbulseverlerin içini rahatlatan güzel bir konuşma yaptı ve İstanbul’u korumanın herkes için bir vazife olduğunu, tarihî siluete birer hançer gibi saplanan binalara artık müsaade edilmeyeceğini söyledi; hem de Gökkafes’i ve Zeytinburnu’ndaki gökdelenleri de isimleriyle zikrederek...
Sadece İstanbul için değil, barbarca tahrip edilmiş bütün tarihi şehirlerimiz için herkesi samimi bir muhasebeye davet eden Davutoğlu, Mimar Sinan’ın kayıp kafatasının da devletin bütün imkânları seferber edilerek bulunacağını müjdeleyerek konuşmasını tamamladı.
***
Mimar Sinan’ın kafatasının kaybolduğundan ilk defa 1998 yılında Mustafa Armağan söz etmiş ve haftalarca süren bir tartışmaya yol açmıştı. Zaman zaman gündeme getirilen bu meselenin özeti şu:
Türk Tarih Kurumu tarafından teşkil edilen bir heyet, 1935 yılının 1 Ağustos’unda, Mimar Sinan’ın kemiklerini antropolojik inceleme yapmak amacıyla Süleymaniye Camii’nin yanı başındaki mütevazı türbesinden çıkarır. Kafatası üzerinde yapılan incelemeler sonunda Sinan’ın brekisefal, dolayısıyla -iddiaların aksine- Türk olduğu kanaatine varılır. Armağan’ın iddiasına göre, mezar kapatılırken, kafatası, kurulması düşünülen Antropoloji Müzesi’nde muhafaza edilmek üzere alıkonulmuştur. Ne var ki böyle bir müze kurulmamış, Sinan’ın kafatası da sırra kadem basmıştır. Acı gerçek, 1950’lerde Sinan’ın türbesi restore edilirken ortaya çıkar.
Cumhuriyet’in ilk yıllarında antropolojiye özel bir ilgi duyulduğu, kafatası ölçümlerin yapıldığı, öteden beri Türk olup olmadığı tartışılan Mimar Sinan’ın Türklüğünü ispat etmek için kabrinin açıldığı doğru... Üstelik kabri kimin açtığını, Sinan’ın kemiklerine ilk kimin dokunduğunu da biliyoruz. Bu konuya yıllar önce ben de girmiş ve Yüksek Mimar Sedat Çetintaş’ın yazdıklarını nakletmiştim. Fakat bu yazı nedense görmezden gelinmişti. Sinan’a taparcasına hayran olan Çetintaş, Yeni İstanbul gazetesinin 25 Nisan 1963 tarihli nüshasında yayımlanan “Koca Sinan’ın Hayatı, Sanatı, Hüviyeti ve Eserleri” başlıklı yazısında bakınız ne diyor:
“Büyük milletimizin şerefli evlatları, size şuracıkta kısaca Koca Sinan’dan bahsedeceğim. Koca Sinan’ın Kayserili bir Ermeni olduğu hakkındaki iddiaların mahiyetini tespit için rahmetli Atatürk’ümüz 1936 yaz mevsiminde antropoloji tetkikatı yaptırmak üzere Türk Tarih Kurumu nâmına bana Sinan’ın mezarını açtırmıştı. Emri ifa ettim. Tamamıyla kesme taştan yapılmış olan lâhdin yan tarafından toprağa girerek bir tekini çürütüp açtırdım. Buradan bir tek omzumla beraber başımı sokabildim. Ceset tamamıyla çürümüş, kafa örneğinde bir toz hâlinde toprak üstüne çökmüştü. Hava ve rutubetten çürüyor galiba ki, Bursa’da Yeşitepe’nin kav kısmında da böyle böyle o kadar cesetten bugün hiçbir şey kalmamıştır. Burada Sinan’ın adut denilen, omuzlardan inen kol kemiklerinin onar santim boyunda birer parça ile kafatasında üç dört santim çapında bir parça bulabilmiş ve bunları idare heyeti huzurunda antropolog dostum Şevket Aziz Kansu’ya vermiştim.”
Öyle anlaşılıyor ki Çetintaş, Sinan’ın kol kemiklerinden ve kafatasından küçük birer parça çıkarmış ve bunları Şevket Aziz Kansu’ya teslim etmiş. Sedat Çetintaş’ın yalan söylemek için bir sebebi bulunmadığına göre, bütün bir kafatası arandığı takdirde hayal kırıklığına uğranacağını zannediyorum. O hâlde küçük kemik parçalarında yoğunlaşmak daha doğrudur.
***
Sedat Çetintaş’ın yaptığı Mimar SinanTürbesi rölövelerinden ikisi.
Yazılarının tamamına yakını birkaç yıl önce Türk Tarih Kurumu tarafından kitaplaştırılan Sedat Çetintaş, söz konusu yazısına şöyle devam ediyor:
“Bu hadisede benim en büyük kârım, bu vesile ve fırsattan istifade ile üstadımın mezar ve lahdini içli ve dışlı rölöve ederek levhalarını Resim ve Heykel Müzesi’ndeki eserlerim arasında dünyaya ve milletime hediye edebilmek imkânını elde edişim olmuştur (…) Sinan’ın kafatasını ölçmedim, fakat kafasından çıkmış bütün sanat şaheserlerini, hatta biraz evvel söylediğim gibi, mezarını bile bütün sanat ve teknik teferruatları ile ölçmek bahtiyarlığına erebildiğim için, Koca Sinan’ı erişilmez bir Türk sanatkârı olarak huzurunuzda hayranlık, hürmet ve rahmetle anıyorum.
Başbakan Davutoğlu dün Süleymaniye Camii’nin avlusunda konuştu.
“Evet, üstadın bütün sanat şaheserlerini ölçerek yatak çarşafı cesametinde rölöve levhaları hâlinde Maarif Vekâleti namına işleyip Resim ve Heykel Müzesi’nde sizlere, büyük milletime ve dünya milletlerine hediye etmiş bulunuyorum. 163 parçadan ibaret bulunan bu rölöve levhalarında Bursa, Edirne ve İstanbul eserlerini ve Sinan şaheserlerini bulabilirsiniz.”
Büyük Mimar Sinan’ı ve günümüzde bilgisayar teknolojisiyle bile başarılamayacak incelik ve mükemmellikte rölöveler çizen Sedat Çetintaş’ı rahmetle anıyorum.
MOZART’IN KAFATASI
Mimar Sinan’ın kafatasının kaybolduğu konuşulmaya başlanınca bir gazeteci komplo teorisi meraklılarının dikkatini Mason localarında çekmişti. Bu bağlantı, Masonların ünlü bir dergisi Mimar Sinan ismini taşıdığı için mi kurulmuştur, başka sebeple mi, bilmiyorum. Böyle “gizemli” işlerle hiç ilgilenmem; fakat Sihirli Flüt adlı operası baştan sona masonik sembollerle dolu ünlü bir Mason olan Mozart’ın kafatası macerası epeyce kafa karıştırıcıdır.
Ölümünden sonra bir efsane hâline gelen Mozart’ın nerede yattığını mezarcı Joseph Rothmayer’den başkası bilmiyormuş. Mezarcı, Sihirli Flüt’ünü büyük bir zevkle dinlediği kompozitörün beyaz bir çuval içinde bulunduğunu ve ortak mezarda kaçıncı sırada yattığını hafızasına adeta kazımış ve on yıl sonra Mozart’ın gömüldüğü çukur boşaltılırken, mezarcı Rothmayer, büyük bestecinin kafatasını gizlice almış. Bu, aslında ciddi bir suç olduğu için büyük bir gizlilik içinde kuşaktan kuşağa devredilen kafatası, Rothmayer soyunun son temsilcisi olan Johann Radschoph’a kadar gelmiş. Onun da mirasçısı yokmuş.
Radschopf, Mozart’ın kafatasını tanıdığı bir müzisyene, aynı zamanda bir ressam olan Jacob Hyrtl’e emanet etmiş. Daha sonra bir gazeteci, Jacob’un Sihirli Flüt’ten bir aryayı özenli bir şekilde bağlanmış yuvarlak bir paketin karşısında çaldığını ve buna son derece hayret ettiğini yazar.
Josep Hyrtl, Jacob ölünce kendisinde kalan kafatasıyla insafsızca oynayacak, alt kısmını testereyle kesecektir. Fakat sonunda uzun uzun araştırır ve kafatasının üzerine net bir şekilde gerçekten Mozart’a ait olduğu yazar. 6 Ekim 1901’de Hyrtl ailesi tarafından Salzburg’daki Mozarteum Vakfı’na teslim edilen bu esrarlı kafatası, saklandığı dolapta tam seksen yıl unutulur.
Esrarengiz kafatası, şimdi Salzburg’da Mozarteum Vakfı’nda cam bir fanus içinde muhafaza ediliyor. Fanusun üzerinde ise Mozart’ın babasına yazdığı 4 Nisan 1787 tarihli mektubundan alınmış şu satırlar var:
“Ölüm bizim hayatımızın gerçek hedefi olduğu için, birkaç yıldan beri, insanoğlunun bu hakiki ve mükemmel dostuyla öylesine senli benli oldum ki, onun hayali benim için ürkütücü olmaktan çok, sükûnet verici ve teselli edici bir anlam ifade ediyor. Ölümü bizim gerçek mutluluğumuzun anahtarı olarak bilip tanıma fırsatı vermiş olan Rabbime hamd ediyorum.”
Mozart 1756-1791