‘Lüferi tanımayan İstanbullu olamaz’

Balıkhane Nâzırı Ali Rıza Bey’in Eski Zamanlarda İstanbul Hayatı isimli kitabını okudunuz mu? Osmanlı devri İstanbul kültürü hakkında yazılanlar arasında müstesna bir yere sahip olan bu nefis kitap, mahalle hayatından saray hayatına, doğum âdetlerinden Ramazan ve bayram geleneklerine, kahvelerinden tekkelerine, insan tiplerinden halk inançlarına kadar İstanbul deyince aklımıza gelen her şeye dair bilgilerle doludur.

Balıkhane Nâzırlığı yaptığı için balık türleri, İstanbul’da balıkçılık ve balık kültürü hakkında inanılmaz zenginlikte bilgiye sahip olan Ali Rıza Bey’in (1842-1928) kitabında balıkların ve balıkçılığın anlatıldığı “Balık Musahabeleri” başlıklı uzun bölüm de bir harikadır.

***

Lüferin İstanbul için ne anlama geldiğini (Lüferi tanımayan İstanbullu olamaz!) Ahmet Rasim’in Şehir Mektupları’ndaki iki yazısından öğrenmiştim, ama lüfer avının bir zamanlar Boğaziçi’nde mehtap safaları gibi başlı başına bir eğlence, hatta bir çeşit “ritüel” olduğunu Ahmet Hamdi Tanpınar’ın Huzur’unu, “Lodosa, Sise ve Lüfere Dair” başlıklı yazısını ve Balıkhane Nâzırı’nın kitabını okuduktan sonra fark ettim.

Eski Zamanlarda İstanbul Hayatı’nda, lüfer avcılarının özellikle Kanlıca Körfezi’ni tercih ettikleri anlatılır. O koca körfez mehtaplı gecelerde kayık ve sandallarla dolar, eğer balık çıkıyorsa, herkes derin bir sessizlik içinde oltasına takılacak lüferi beklemeye koyulurmuş. Balık çıkmıyorsa şarkıların, gazellerin ayyuka çıktığını anlatan Ali Rıza Bey, “O ne eğlencelerdi!” diyor.

Cabir Vada da Boğaziçi Konuşuyor adlı kitabında, lüfer avının, eski ismi Bahai Körfezi olan Kanlıca Körfezi’nde temmuz ayının mehtaplı gecelerinde başladığını, havaların iyi gitmesi halinde kasım ortalarına kadar devam ettiğini söyler. Lüfer meraklıları, yakamoz olmadığı için mehtaplı geceleri tercih eder, mehtapsız gecelerde ise yakamozu kesmek için sandalın küpeştesinden denize kandiller sarkıtırlarmış.

Mehtapsız gecelerde lüfer avına çıkmış kayık ve sandallarda yakılan kandillerin “ışık operası”, Ahmet Hamdi Tanpınar’ı büyüleyen sahnelerdendir. Bunun için Huzur romanında kahramanları Mümtaz, Nuran ve Nuran’ın dayısı Tevfik Bey’i geceleri lüfer avına çıkarır. “Eylül sonlarına doğru lüfer avı Boğaz’ı tatmak için yeni bir vesile verdi. Lüfer, Boğaz’ın belki en cazip eğlencesidir” cümleleriyle başlayan bu bölüm romanın en lezzetli bölümlerindendir. Kısacık bir iktibas:

***

“Beylerbeyi’nden ve Kabataş’tan başlayarak Telli Tabya’ya ve Kavaklar’a kadar iki kıyı boyunca uzanan, akıntı ağızlarında kümelenen bu aydınlık eğlence, bilhassa mehtapsız gecelerde yer yer küçük şehrayinler yapar (…). Nuran, kayık ışıklarının siyah, mor kadifelerde mahpus elmaslar gibi parıldadığı sulara, biraz ötede bir yeni balıkçı kümesiyle kırılmak üzere onların bittiği yerde başlayan o şeffaf karanlığa, vapur dalgalarından, küçük çalkantılardan, bu aydınlık yüklü gölgenin bin türlü akisle size doğru yükselişine, sizi alıp götürecekmiş gibi etrafı sarmasına, velhasıl döşemeleri çok cilalı renkli ve ışıklı bir sarayda (…) yaşanıyormuş hissini veren bu lüfer gecelerine çocukluğundan beri bayılırdı.”

Cabir Vada’nın anlattığına göre, zevk sahibi amatör balıkçılar, sandallarına mangallarını da alır, tuttukları lüferleri oracıkta temizleyerek ızgaraya atarlarmış. Sultan Abdülaziz, Ahmed Vefik Paşa, Said Halim Paşa ve Ahmed Midhat Efendi gibi lüfer meraklısı bir hayli ünlü şahsiyet varmış. Balıkhane Nazırı, Sultan Abdülaziz’in bir lüfer gecesi, Recaizade Mahmud Ekrem Bey’in babası Recai Efendi’ye yaptığı şakayı ballandıra ballandıra anlatır. Merak edenler ya Eski Zamanlarda İstanbul Hayatı’nı bulamazlarsa Küre Yayınları arasında yeni çıkan Lüfer: Boğaziçi Şehrayini isimli kitabı okumalıdırlar.

***

Bu yazıyı yazmamın sebebi Ruhi Güler tarafından hazırlanan, lüfer ve lüfer avcılığı hakkında yazılmış, İstanbul kültürünün az bilinen bir tarafını bütün incelikleriyle yansıtan yazıların bir araya getirildiği Lüfer: Boğaziçi Şehrayini’dir. Ahmed Midhat Efendi’den Ahmed Rasim’e, Karekin Deveciyan’dan Ahmet Hamdi Tanpınar’a, Burhan Felek’ten Sermet Muhtar Alus’a, Eşref Şefik’ten Yaşar Kemal’e, Ragıp Akyavaş’tan Haluk Dursun’a ve fakire kadar onlarca yazarın kaleminden çıkmış lüfer yazılarından oluşan, özenle hazırlanmış bir kitap... Ruhi Güler’in yazdığı “İstanbul Balığı? Meşgale, Lezzet, Kültür” başlıklı ilk yazı ise bu kitapta bir araya getirilen bütün yazılardan süzülmüş önemli bir metin…

***

Bu yazıyı Ruhi Güler’in söz konusu yazısının sonuç bölümünden kısa bir iktibasla noktalamak istiyorum:

“Lüfer merakı İstanbul’a, özellikle de Boğaziçi’ne ait bir tutkudur. Herhalde dünya üzerinde lüfere dair bu tutkunun muadilini bulmak zordur. Yüzyıllar içerisinde balıklar Boğaziçi’nden Marmara’ya doğru akarken İstanbulluların bigâne kalmaları şaşırtıcı olurdu. Boğaziçi’nde yaşayıp da balığı dışarıdan alanlara ‘Balıklar akar, alıklar bakar’ denildiği Eşref Şefik anlatır. Dolayısıyla şehrinizin içinden bir deniz akıp geçiyorsa bu ilahî iltiması sadece seyretmekle yetinemezsiniz.”

Not. Asaf Muammer’in Boğaziçi Balık Kültürü (2015) isimli kitabı da Ruhi Güler tarafından yayına hazırlandı ve Küre tarafından yayımlandı. Balıkhane Nazırı Ali Rıza Bey’in Eski Zamanlarda İstanbul Hayatı (2007) ise Ali Şükrü Çoruk tarafından dili sadeleştirilmeden aktarıldı ve Kitabevi Yayınları tarafından yayımlandı.

YORUMLAR (8)
YORUM YAZ
UYARI: Hakaret, küfür, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış, Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır. (!) işaretine tıklayarak yorumla ilgili şikayetinizi editöre bildirebilirsiniz.
8 Yorum