‘Iydiniz said olsun!’
Hatırlar mısınız bilmem, 28 Şubat günlerinde ve sonrasında Ramazan Bayramı’nın ismi bile tartışma konusu olmuştu. Ramazanla da, bayramla da alâkası olmayan bazı yazarlar “İlle Şeker Bayramı” diye tutturmuşlardı. Hatta işgüzar bir köşe yazarının üşenmeyip meslektaşlarını “Ramazancı”, “Şekerci” ve “orta yolcu” diye tasnif ettiğini söylesem inanır mısınız? Bu tasnife göre benim orta yolculardan sayılmam gerekiyor; çünkü bu çeşitliliği kavga konusu değil, Türkçenin ve kültürümüzün bir zenginliği saymak gerektiğini, benim neslimin ikisine de aşina olduğunu yazmıştım.
Bildiğim kadarıyla, bayram ziyaretlerinde öncelikle şeker ve tatlı ikram edilerek bir bakıma yıl boyunca “ağız tadı” temennisinde bulunulduğu için halk arasında Ramazan Bayramı’na Şeker Bayramı da denir, yani tamamen bizim geleneklerimizle ilişkili bir isimlendirmedir. Zaten bizde hemen herkesin çocukluğunda yaşadığı bayramlar şekerle özdeşleşmiştir. Bayram deyince benim gözlerimde hâlâ rengârenk horoz şekerleri canlanır, bir de rahmetli annemin vazgeçilmez bayram tatlısı olan kalburabasma.
***
Eskiden Ramazan ve Şeker Bayramı tabirleri pek kullanılmaz, “Iyd-i Fıtr” denirdi. Kurban Bayramı’nın eski adı da “Iyd-i Adha” idi. Hepsini yaşatmak lâzım; çünkü dil demek kültür demektir. Türkçede “fitre” şeklinde giren “fıtr” kelimesi, Arapçada “orucu açmak” anlamına gelir, “iftar” ve “yaratılış” anlamındaki “fıtra, fıtrat” kelimesiyle aynı köktendir.
Ramazan Bayramı’nda fitre, yani “sadaka-i fıtr” verilir. Bu da Ramazan’ı idrak edip bayrama ulaşan ve temel ihtiyaçları dışında belli bir miktarda varlığa sahip Müslümanların kendileri ve velâyetleri altında bulunan kişiler için yerine getirmekle yükümlü oldukları malî bir ibadettir. Ramazan Bayramı bu sebeple “Iyd-i Fıtr” veya “Iyd-i Said-i Fıtr” diye isimlendirilmiştir.
***
Ramazan, oruç ibadetinin niteliği dolayısıyla dayanışma ve yardımlaşma ihtiyacının diğer aylara nispetle daha fazla hissedildiği, bunun tabii bir neticesi olarak sosyal bir rahatlamanın, sükûnetin, iç barışın yaşandığı çok özel bir aydır. Kendine has gele nekleri, iftarları, sahurları, dolup taşan camileriyle hayatın ritminde mey dana getirdiği belirgin değişiklik, topluca yaşanan ve yıl boyunca özle nen bir sevince ve mutluluğa dö nüşür. Ramazan ve bayramlar, hiç şüphesiz, iç barış yolunda atılacak adımlar için çok iyi değerlendirilmesi gereken fırsatlardır. Medyanın Ramazan’a gösterdiği samimiyetsiz ilginin bile, bu açıdan bakıldığında, iç ba rış açısından büyük faydalar sağladığı düşünülebilir. Demek ki medyaya hâkim olan zümre, toplumla bütün bağları koparmanın doğru olmadığını biliyor. En azın dan bu konuda bazı tereddütleri var. Bunu önemli gördüğümü söyleyebilirim.
“Bayramlaşmak”, aynı zamanda barışmak demektir.
***
Bayramlarda dayanışma ve yardımlaşma elbette fitre vermekten ibaret değildi. Evlerde sofralar herkese açıktı ve hediyeleşilirdi, hem de hiç ayrım gözetilmeden... 1842 yılında İstanbul’a gelen Fransız şairi Gerard de Nerval, Noel’e benzettiği bayramlarımıza her dinden insanların katılabilmesine hayret eder. Hayret ettiği bir başka husus da, herkesin hemen her eve girip yemek yiyebilmesi, hatta bu evlerde yemek yiyenlerin Müslüman olup olmadıklarına bakılmamasıdır. II. Mahmud devrinde Türk ordusunda görev yapan Feldmareşal Helmuth von Moltke de, Paskalya’ya ben zettiği bayramları kısaca şöyle özetlemiştir:
“Bir sevinç ve neşe, tebrik ve hediyeler bayramı. O günlerde herkes verir ve alır!”
***
“Bayram etmek” Türkçenin güzel deyimlerinden biridir, her türlü sevinci ifade etmek için kullanılır. Lezzetli bir yemek yiyince midemiz, bir güzellik görünce gözümüz, güzel bir ses işitince kulaklarımız bayram etmez mi? Ya sevgiliye kavuşmak… Bayramların en güzeli! Hacı Bayram-ı Veli’ye kulak veriniz:
Bayram’ım imdi Bayram’ım imdi
Bayram ederler yâr ile şimdi
Hamd ü senâlar hamd ü senâlar
Yâr ile bayram kıldı bu gönlüm
***
Mehmet Âkif’in “Bayram” şiirindeki bayram tarifi çok güzeldir: “Şetaretli zaman”. Ne yazık ki unutulmuş bir kelime olan “şetaret”in sesinde bütün bir bayram sevinci ve cıvıl cıvıl çocuk sesleri vardır. Hiç şüphesiz, bayramlarda asıl bayram edenler çocuklardır. Tevfik Fikret de, “Halûk’un Bayramı” isimli şiirinde “Meserret çocukların, yalnız çocukların payıdır” dedikten sonra, oğlu Halûk’a sevincini yetimlerle paylaşmasını tavsiye eder.
Âkif’in ve Fikret’in bayram şiirlerini yazdıkları yıllarda, üstüste büyük savaşlar yaşanır ve binlerce çocuk yetim kalırdı; bu yüzden her bayram bir “kara bayram”, bir “yas bayramı”ydı. Günümüzde de İslâm dünyasında büyük iç çatışmalar yaşanıyor ve her gün yüzlerce çocuk yetim kalıyor. Lütfen bayramlarda bu çocukları da hatırlayınız. Çocuk her zaman çocuktur ve ufacık bir hediye yahut Âkif’in şiirindeki kızcağız gibi salıncağa yahut atlıkarıncaya bindirilmek, onun da bayram şetaretine katılması için yeter de artar bile. Arif Nihat Asya’nın “Çocuk” adlı şiirinde ölmüş bir anne, çocuğuna özellikle bayram sabahları yokluğunun hissettirilmemesini ister:
Hele bayram sabahı yokluğumu
Kimse sezdirmesin sakın çocuğa!
***
Sahi, kim çocukluğunda yaşadığı bayramları lezzetle hatırlamaz? Bayramlıklarımı giyip bayram harçlığımı cebime koyarak sokağa fırladığım günler, hâlâ çok renkli bir çocuk resmi gibi zihnimdedir. “Bayram çocuğu gibi” deyimi bu saf sevinci ve mutluluk duygusunu ifade eder.
Amaç insanın mutluluğu ise, görevimiz, insanlığa her gün “bayram ettirmek”, acıları dindirip refahı yaygınlaştırmak olmalıdır. “Deliye her gün bayram” sözüne aldırmayın. Kim, her gününün bayram günlerine benzemesini istemez?
Bütün okuyucularımın ve Türk-İslâm âleminin bayramını tebrik ediyor, hayırlara vesile olmasını diliyorum.
Eski bir bayram tebriği kartı. Altında “İydiniz said olsun” yazılıdır.