‘İkonyum’u Konya yapan dille konuşurdum’
Abdülhak Şinasi Hisar, Çamlıca’daki Eniştemiz isimli romanında Üsküdar’dan deli eniştenin Çamlıca’daki köşküne giderken geçtikleri, “isimleriyle birer şiir yatağı olan yerler”den söz eder. Öyle isimler ki her biri sanki İstanbul’da yaşama sanatına vâkıf bir üstad tarafından konulmuştur: Bülbülderesi, Fıstıkağacı, Kuruçeşme, Bağlarbaşı, Servilik, Nuhkusu, Nakkaştepesi, Tophanelioğlu, Altunizade... “Keşke uzun bir ömrüm olsaydı da,” diye devam eder Abdülhak Şinasi, “zamanlarımı bu yerler arasında taksim ederek her birinde ayrı ayrı seneler yaşayabilseydim!”
Üsküdar’da Abdülhak Şinasi’yi büyüleyen yer isimleri çok şükür yaşıyor, eğer değiştirilmiş olsalardı, Üsküdar’ın tarihi ve kültürüyle hiçbir ilişkileri kalmamış olacaktı. Çünkü böyle isimlerin verilmesine yol açan dereler, çeşmeler, kuyular kurumuş, fıstık ağaçları kesilmiş; bağlar bahçelerse yerlerini çirkin, birbirinin güneşini kesip içinde yaşayanları boğan bitişik nizam apartmanlar tarafından işgal edilmiştir.
Şehirlerin, caddelerin, sokakların vb. çeşitli sebeplerle beğenmedikleri isimlerini değiştirmek, toplum mühendislerinin sık sık başvurdukları bir usuldür ve Türkiye’nin hemen her yerinde uygulanmıştır. Defalarca değiştirilen cadde ve sokak isimleri vardır. İnanmıyorsanız, Akşam ve Cumhuriyet gazetelerinde 1934 yılında çıkmış iki gazete haberini birlikte okuyalım:
“İç Bakanlığı’nın sokak, mahalle ve diğer mahallerin eski isimlerinin de Türkçe olarak değiştirilmesi hakkındaki emrini tatbik için hazırlıklara devam edilmektedir. Haber aldığımıza göre Şehir Meclisi azalarından bazıları bu isimler hakkında bir takrir hazırlamışlardır. Takrir, Meclisin ilk toplantısında okunacaktır. Takrirde sokak, mahalle, köy ve semt isimlerinin de değiştirilmesi hakkında bazı teklifler vardır. Diğer taraftan bey, efendi, hafız, paşa ve ilah gibi eski lâkaplarla kullanılan köy mahalle ve sokaklara ait isimler değiştirilecektir. Bu meyanda Paşabahçe, Beykoz, Paşalimanı da vardır.” (4 Aralık 1934).
“İstanbul’da sokak isimleri gene değişiyor. Bu kaçıcı değişmedir? Bunu kati surette söylemekten acizim. Esham piyasası gibi, İstanbul sokakların ismi de muttasıl değişir durur. Yeni bir ismi bilemeden onun değiştirildiğini görürüz. Fakat bugün sokak isimlerini değiştirmek ihtiyacı pek haklı olarak kendini hissettirdiği için esas itibarile bu teşebbüsü alkışlamak mecburiyetindeyiz. Tuhaflığa ve mânasızlığa misal aransa idi İstanbul’un sokak isimlerinden iyisi bulunmazdı. Şimdiye kadar bütün gazeteler bunların parlak örneklerini neşrettiler.” (9 Aralık 1934)
Bu haberlerde sözü edilen değişikliklerden bir kısmını Osman Nuri Ergin’in 1934 tarihli İstanbul Şehri Rehberi’nde görmek mümkündür. Mesela Emirgân’ın ismi Uluköy diye değiştirilmişti. İstanbulluların asla terk etmedikleri Emirgân isminde bu semtin bütün tarihi gizlidir. 1960 askerî darbesinden sonra da Beyazıt Meydanı’nın ismi Hürriyet Meydanı olarak değiştirilmişti. Tuhaftır, bu meydana asıl ismi 12 Eylül darbesinden sonra iade edilmiştir.
Yaşadıkları sokak ve mahallelerin isimlerini beğenmeyen sonradan İstanbullular da vardır. Rahmetli Semavi Eyice hocamızdan dinlemiştim: Sultanahmet Camii’nin arka tarafındaki sokaklardan biri, Yeniçeri kışlasını topa tutarak “Vak’a-i Hayriye”ye hizmette bulunan Karacehennem İbrahim Ağa’nın ismini taşıyormuş. Sokak levhasında sadece “Karacehennem” yazılı olduğu için sokak sakinleri belediyeye şikâyette bulunmuş ve hiçbir anlamı olmayan bir isim verilmesine sebep olmuşlar: “Kutluğun”.
***
Şu gerçeğin bilinmesinde fayda var: İsimler, mekânları tarih ve kültürle irtibatlandırır. Mahallelerin, sokakların, caddelerin dokuları tamamen değişmiş olsa bile, isimleri onlara tarihî bir derinlik verir. Düşününüz, doğduğunuz sokağa bir gün gidiyorsunuz, bakıyorsunuz ismi de değişmiş, dokusu da... Kör kazma doğduğunuz evi yeryüzünden sileli çok olmuş, dallarına tırmandığınız ağaçların yerlerinde yeller esiyor, yürüdüğünüz sokakların şekli şemaili değişmiş. İsmi de artık uyduruk bir isim... Bunun ne kadar iç yakıcı bir durum olduğunu ancak yaşayanlar bilebilir! Şimdi siz nerede doğdunuz? Ayağınızı nereye basacaksınız?
Osmanlı devrinde mahalle ve sokakların isimleri genellikle kendiliğinden oluşurdu; bu isimlerin ortaya çıkışında camiler, mescitler, türbeler, ağaçlar, çeşmeler, kuyular, önemli şahsiyetler, bölgeyi kuranların veya oraya yerleşenlerin kimliği vb. belirleyiciydi: Asmalımescit, Yeşildirek, Yeşiltulumba, Çatalçeşme, Fulyabayırı, Aksaray, Çarşamba, Cibali, Davutpaşa, Paşalimanı, Paşabahçesi, Kadıköyü, Ayrılık Çeşmesi gibi. Tam burada, meraklı okuyucularıma, rahmetli Semavi Eyice hocamızın “İstanbul’un Mahalle ve Semt Adları Hakkında Bir Deneme” (Türkiyat Mecmuası, XIV, 1965) başlıklı çok önemli bir makalesinin bulunduğunu hatırlatmak isterim.
***
Fetihten önceki zamanlardan kalma Balat, Samatya, Tarabya, Pendik, Burgazadası gibi isimler de vardır; kendilerinden emin olan atalarımızın bunları değiştirmek akıllarının ucundan bile geçmemiştir. Halk zamanla eski ve yabancı isimleri kendi hançeresine, dil ve ses estetiğine uydururdu. Ankara, Konya, Edirne, Bursa, Kütahya, Erzurum, Erzincan, Sivas isimlerinin hangisi “öztürkçe”dir? Rahmetli Arif Nihat Asya’nın şu mısraını unutmayınız: “İkonyum’u Konya yapan dille konuşurdum!”
Yer isimlerini değiştirmek gibi kırgınlıklar yaratan ve geçmişle irtibatımızı koparan uygulamalardan artık vazgeçmek gerekiyor. Unutulması istenmeyen isimler de tarihî isimler taşıyanlara değil, şehirlerimizde her gün yenileri açılan sokak ve caddelere verilmelidir.