‘II. Abdülhamid döneminde halifelik ve Araplar’
TBMM Milli Saraylar Daire Başkanlığı’nca düzenlenen ve dört gün sürecek olan “Sultan II. Abdülhamid ve Dönemi Sempozyumu”, Dolmabahçe Sarayı’nda bugün başlıyor. Bu vesileyle, pazar günkü yazımın sonuna iliştirdiğim notta “Şîmeler” tartışması hakkındaki makalesine işaret ettiğim Prof. Dr. Tufan Ş. Buzpınar’ın Hilafet ve Saltanat (Alfa Yayınları, Haziran 2016) adlı kitabından söz etmek istiyorum.
Tufan Bey, Abdülhamid dönemi, Suriye’den Hicaz’a uzanan geniş bölgedeki Osmanlı yönetimi, Osmanlı devrinde Filistin ve Osmanlı hilafeti meseleleri üzerinde çok sayıda makale kaleme almış seçkin bir tarihçidir. Bu meseleler üzerine Osmanlı ve İngiliz arşiv kaynaklarına dayanarak yazdığı, bazıları milletlerarası akademik dergilerde yayımlanmış makalelerini bir araya getirdiği kitabının alt başlığı da şöyle: “II. Abdülhamid Döneminde Halifelik ve Araplar”.
***
Sultan II. Abdülhamid’in tahta çıkışından kısa bir zaman sonra 93 Harbi dediğimiz 1877-1878 Osmanlı-Rus Harbi çıkmış, ağır bir yenilgiye uğradığımız bu harpte kolumuz kanadımız kırılmıştı. Kanun-ı Esasi’nin askıya alınmasına da yol açan bu savaşın ve sonrasının bizde hak ettiği akademik ilgiyi görmediğini düşünen ve söz konusu kitaptaki makalelerin hemen tamamını bu eksikliği hissederek yazdığını söyleyen Tufan Bey, Abdülhamid döneminin henüz bilinmeyenlerle dolu olduğu kanaatini taşıyor ve diyor ki:
“Dönemin ileri gelen devlet adamları -buna padişahı özellikle hukuk, din ve siyaset alanlarında etkilediği düşünülen Ahmed Cevdet Paşa dâhil- hakkında ciddi biyografilerin ortaya çıkmaması, uluslararası ilişkilerin ilgili devletlerin arşivleri incelenerek yazılmaması, diplomatik tarihçiliğin nerede ise emekleme döneminde kalması gibi eksiklikler dönem hakkında yapılacak genel değerlendirmeleri zorlaştırmaktadır.”
***
Kitabın “II. Abdülhamid, İslâm ve Araplar” başlıklı “Giriş” bölümü, Abdülhamid’in İslâm siyasetine duyduğu ilginin sebepleri ve Araplarla ilişkileri konusunda kapsamlı bir analiz niteliği taşıyor. Osmanlı hilafetinin geleceği açısından Arap topraklarının mutlaka Osmanlı yönetiminde kalması gerektiğini düşünen Abdülhamid, bunun için Arapların Osmanlı yönetimine entegre olmasını ve kabiliyetli Arapların yönetimde giderek daha fazla görev almasını istiyordu. Ne var ki bunun kolay olmadığını çabuk anlamıştı.
Tufan Bey, kitabının diğer bölümlerinde, Abdülhamid’in bu hedefine ulaşmaya çalışırken karşılaştığı zorluklar hakkında tespitlerde bulunuyor. “Hilafet Tartışmaları” başlığını taşıyan ve dört önemli makaleden oluşan birinci bölümde, hilafet tartışmalarının 18. ve 19. yüzyıllar itibarıyla hangi zaman dilimlerinde yoğunlaştığı, tartışmaların hangi unsurları ihtiva ettiği, bu tartışmalar sırasında yeni fikir ve yaklaşımların getirilip getirilmediği, Osmanlı hilafetine muhalefetin ortaya çıkışı gibi meselelerin ele alınıyor. Bu bölümde Tufan Bey’in vurguladığı önemli bir hususa kısa bir iktibasla işaret etmek istiyorum:
“Avrupa’nın büyük devletlerinin sömürgecilik iştahlarının en kabarık olduğu ve Müslümanların en yoğun olarak sömürgeleştirildikleri bu dönemde Abdülhamid’in hilafeti iç ve dış siyasetin önemli bir enstrümanı olarak devreye sokması dâhili ve harici muhaliflerinin de bu makama karşı tavır almalarıyla denk düşmüştür.”
***
Hilafeti elde tutabilmek için Arap eşrafı ve din adamlarıyla iyi ilişkiler kurmaya çalışan Abdülhamid, iktidarının ilk yıllarından itibaren Şeyh Zafir, Ebülhüda Sayyadi ve Hadramutlu Seyyid Fazl Paşa gibi önemli isimlerle ilgilenmiş, onlara İstanbul’da çeşitli imkânlar sağlamıştı. Padişahın Araplarla temas kurmasında sınırlı da olsa etkili olan bu şahsiyetler hakkında Tufan Bey’in yazdığı kapsamlı makaleler, Hilafet ve Saltanat’ın ikinci bölümünü teşkil ediyor. Bu makalelerin bu ilgi çekici şahsiyetler hakkında Türkçede arşiv belgelerine dayanılarak yazılmış en sağlam metinler olduğunu rahatlıkla söyleyebilirim.
Hilafet ve Saltanat’ın “Suriye” başlığını taşıyan üçüncü bölümde beş makale var: “Cevdet Paşa ve Arap Dünyası” “Osmanlı Suriye’sinde Türk Aleyhtarı İlanlar ve Bunlara Karşı Tepkiler”, “Suriye’de Cezayirliler”, “1882-83 İngiltere’nin Mısır’ı İşgalinin Suriye’ye Etkisi” ve “Suriyelilerin Meşrutiyet Algılamaları Üzerine Notlar”. Kitabın “Filistin” başlıklı dördüncü ve son bölümünde ise, Abdülhamid döneminde Filistin’e Yahudi göçü meselesi, 19. yüzyılda bölgedeki İngiliz misyonerlik faaliyetleri ve Filistin meselesinde İngiltere’nin rolü üzerine odaklanılmış.
***
Tufan Bey’in ifade ettiği gibi, Suriye, Haremeyn’e giden hac güzergâhında vazgeçilmez bir toplanma merkeziydi ve Müslümanlar için önemli ziyaretgâhları barındırıyordu. Bu sebeple II. Abdülhamid dönemi Arap politikalarının en belirgin uygulama alanlarından biri oldu. Yenileşme dönemi reformları da öncelikli olarak uygulandığı için arzulanan entegrasyon belli ölçüde burada gerçekleşmişti. Şam, Arap şehirleri içinde İstanbul’la ilişkileri en sıkı olandı.
Bugün dünya gündeminin ilk sırasında yer alan ve ciddi problemlerin kaynağı haline gelen Suriye, Türkiye için dün olduğundan daha az önemli değil. Bu bakımdan Hilafet ve Saltanat, Suriye ve elbette genel olarak Ortadoğu meselesinin tarihî arka planı hakkında sağlıklı bilgi edinmek için mutlaka okunması gereken kitaplardan biridir.