‘Hezarfen’

Leonardo da Vinci gibi birden fazla sahada ihtisas derecesinde bilgiye sahip olanlara Batı dillerinde polymath denir. Da Vinci, matematik, mühendislik, botanik, jeoloji, anatomi gibi ilimlerde yetkin bir âlim, mucit, mimar, heykeltıraş ve büyük bir ressamdı. Goethe de öyle... Şair, romancı, tiyatro yönetmeni, münekkit, botanist, ressam... Böyle insanlara bizde de hezarfen denir. Genellikle hazerfen şeklinde yanlış telaffuz edilen ve “bin sanat sahibi” anlamına gelen bu kelime Farsçadır (hezar-fen).

***

Da Vinci gibi on parmağında on hüner taşıyan adamlar bizde de var. Evliya Çelebi’nin Seyahatname’de kanat benzeri bir mekanizma icat ederek Galata Kulesi’nden Üsküdar Doğancılar’a kadar uçtuğunu söylediği Ahmed Çelebi, çok marifetli bir adam olmalı ki “hezarfen” lâkabına lâyık görülmüştü. Üsküdar Özbekler Tekkesi’nin şeyhlerinden Edhem Efendi’nin lâkabı da “hezarfen”di. Çağatay Türkçesi, Arapça, Farsça, Ermenice ve ilgilendiği alanlarda literatürü takip edecek derecede Batı dillerini bilen Edhem Efendi (1829-1904) mimari, hendese ve kozmografya alanlarında geniş bilgiye sahipti. İnce marangozluk, doğramacılık, oymacılık, hakkâklık, dökmecilik, tornacılık, tesviyecilik, demircilik, dokumacılık ve matbaacılık gibi zanaatlerle en üst seviyede ilgilenirdi. Mekaniğe de ilgi duymuş, buharlı bir makine imal ederek bir kayığı bu makineyle Şemsipaşa’dan Paşalimanı’na kadar yüzdürmüştür. Bizde ilk kurşun boruyu o dökmüş ve bir sünnet aleti icat etmişti. Dahası var: Çarşambalı Arif Efendi’den Ta’lik icazeti vardı, yani hattattı. Talebesi Necmeddin Okyay vasıtasıyla ebru sanatının günümüze ulaşmasını sağlayan da odur.

17-06/15/ekran-resmi-2017-06-15-020942.png

Sabri Mandıracı’nın fırçasından hat hocası Ali Alparslan ve ebru hocası Mustafa Düzgünman.

Yeri gelmişken hatırlatmak isterim: Türkiye’yi yıllarca Washington’da büyükelçi olarak temsil eden ve sahip olduğu büyük itibar dolayısıyla öldüğünde cenazesi Başkan Truman tarafından Missouri zırhlısıyla Türkiye’ye gönderilen Münir Ertegün, Edhem Efendi’nin torunudur. ABD’de caz rock denince akla gelen ilk isimler, yani Ahmet ve Nesuhi kardeşler de Münir Ertegün’ün oğulları... Atlantic Records firmasıyla müzik sektöründe bir çığır açan Ertegün kardeşler, Ray Charles, Rolling Stones ve Eric Clapton gibi büyük müzisyenleri ve müzik gruplarını dünya müziğine kazandırmışlardı.

***

Merhum Necmeddin Okyay da “hezarfen” diye anılırdı. Filibeli Bakkal Ârif Efendi’den Sülüs ve Nesih’i meşk ederek icazet almış, Konyalı Vehbi Efendi’den eski usulde is mürekkebi imal etmeyi, Hezarfen Edhem Efendi’den ebrû ve âhar yapmayı öğrenmiş, bu arada cami derslerine devam ederek ilmiyye icazetnâmesi almıştı. Öğrendikçe öğrenme iştiyakı artan Necmeddin Efendi, komşusu ressam Üsküdarlı Hoca Ali Rıza’dan renkleri birbiriyle nasıl imtizac ettirebileceğini öğrendi, devrin en büyük hattatlarından biri olan Sami Efendi’den de Ta’lik meşk ederek icazet aldı.

Necmeddin Efendi’nin şaşırtıcı meraklarından biri de okçuluktur. Sultan Abdülaziz’in Sultantepesi’nde oturan okçubaşısı Seyfeddin Bey’den eski Türk okçuluğunu öğrenmiş, klasik tarzda son derece zarif ok ve yaylar imal etmiş, daha da önemlisi Okmeydanı’nı satmaya kalkışan Vakıflar İdaresi’ne karşı kararlı bir mücadele vermiştir. Soyadı kanunu çıktığında Okyay’ı tercih etmesi, onun her şeyden önce bir sanat olarak gördüğü okçuluk sporuna düşkünlüğünü gösterir. Bir süre sonra hocası ve dostu Tuğrakeş İsmail Hakkı Bey’in ve Gülcü Şükrü Baba’nın teşvikiyle, Toygartepesi’ndeki baba evinin geniş bahçesinde gül yetiştirmeye başlayan ve çok geçmeden amatörlüğü aşarak Latince ilmî isimlerini bile öğrendiği dört yüz çeşit gül yetiştirmeyi, hatta yeni varyeteler elde ederek Avrupa çiçekçilerinin kataloglarına girmeyi başarmış ve katıldığı sergilerde önemli dereceler kazanmıştı.

Necmeddin Okyay’ın yeğeni ve talebesi Mustafa Düzgünman da ebrucu, klasik tarzda nefis ciltler yapan bir mücellit ve musikişinastı.

Hezarfen denildiğinde merhum A. Süheyl Ünver’ın ismi anılmazsa haksızlık edilmiş olur. Dahiliye ve cildiye uzmanı bir tıp profesörü, tıp ve kültür tarihçisi, ressam, nakkaş, müzehhip, mücellit ve tabii büyük bir hoca olarak kültürümüze büyük hizmetlerde bulunan Süheyl Bey, Necmeddin Okyay’ın da talebesi ve dostuydu.

Geçen salı günü Albaraka Türk’ün Marmara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Kültür Merkezi’ndeki sanat galerisinde açılan bir sergide, ismini zikrettiğim şahsiyetlerden bazılarının yağlıboya portreleri var: Necmeddin Okyay, Mustafa Düzgünman, Abdülbaki Gölpınarlı, Hatta Hulusi Efendi, Münir Nureddin Selçuk, Süheyl Ünver, Ahmet Yakupoğlu, Ali Alparslan...

Türk ve İran edebiyatı alanında uzman bir ilim adamı olan Prof. Dr. Ali Alparslan, Necmeddin Okyay’ın talebesi ve söz konusu portreleri yapan Ahmet Sabri Mandıracı’nın hocasıdır. İÜ. Edebiyat Fakültesi Felsefe Bölümü mezunu olan Sabri Bey’in doğrusu aynı zamanda bir ressam olduğunu bilmiyordum. Ali Alparslan’dan Rik’a ve Ta’lik, Mustafa Düzgünman’dan ebru icazeti alan aziz dostum aynı zamanda mücellit ve neyzendir. Bu sebeple ona da rahatlıkla “hezarfen” denebilir.

Hezarfen Sabri Mandıracı’nın Ta’lik yazıları ve ebruları, Albaraka Türk Sanat Galerisi’nde “Kırk Yılın Sonunda Eslâfın Yolunda” başlığı altında yağlıboya portreleriyle birlikte sergileniyor. Yolunuz Bağlarbaşı’na düşerse, ihmal etmeyin, gidin görün derim.

17-06/15/defrgt.jpg

Sabri Mandıracı’nın Ta’lik bir kompozisyonu (Bi-yedike’l-hayr/Hayır senin elindedir) ve bir Hatip ebrusu…

17-06/15/15kr2besir4.jpg

YORUMLAR (3)
YORUM YAZ
UYARI: Hakaret, küfür, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış, Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır. (!) işaretine tıklayarak yorumla ilgili şikayetinizi editöre bildirebilirsiniz.
3 Yorum