Haşhaşiler
Şu sıralarda Haşhaşîlik hakkında ne bulursam okuyorum. Son olarak Bernard Lewis’in Haşhaşîler ve Corci Zeydan’ın Selahaddin Eyyubi ve Haşhaşîler adlı kitaplarını okudum ve sizler için bazı notlar aldım. Corci Zeydan’ınki bir roman… Tabii DİA İslam Ansiklopedisi’ndeki ilgili maddeler ve Selçukluların Haşhaşîlerle mücadelesi hakkında daha ayrıntılı bilgi edinmek için başta Osman Turan’ın Selçuklular Tarihi ve Türk İslâm Medeniyeti adlı eseri olmak üzere Selçuklu tarihi üzerine yazılmış eserler...
Haşhaşîliğin kurucusu Hasan Sabbah’ın kendini çok iyi yetiştirmiş bir âlim olduğu biliniyor. Onun Alamut kalesine yerleşince kadar yaşadığı maceralı hayat hakkında ansiklopedilerde ayrıntılı bilgi bulmak mümkün. Ömer Hayyam ve Selçuklu Veziri Nizamülmülk’le medrese arkadaşı olduğuna dair popüler kültüre de mal olan rivayetler doğru değildir. Nizamülk’le Hasan Sabbah’ın doğum tarihleri karşılaştırılırsa, medrese arkadaşı olmalarının imkânsızlığı ortaya çıkar.
Yazdıklarından bir Türk düşmanı olduğu hemen fark edilen Amin Maalouf, Semerkant adlı romanında bu üçlü hakkındaki uydurma rivayetleri kullanarak Nizamülmülk’ün Hasan Sabbah’a bir istihbarat örgütü kurdurduğu, bu örgütün Haşhaşîn örgütüne dönüştüğü yalanını uydurmuştur.
***
Gerçek şudur: Haşhaşîler, başından itibaren İslâm düşmanlarına karşı değil, Müslümanlara ve Müslüman devletlere karşı mücadele etmişlerdir. Yakın hedefleri, faaliyetlerini rahatlıkla yürütebilecekleri kaleleri -kimin hâkimiyetinde olursa olsun- ele geçirip birer üs haline getirmek, uzun vadeli hedefleri ise İslâm birliğini büyük ölçüde sağlayan ve Sünniliğin samimi ve güçlü hamisi olan Selçuklu Devleti’ni yıkmaktı.
Bu gerçeğe işaret eden Bernard Lewis, Haşhaşîlerin Haçlılarla birkaç defa çatışmak zorunda kalmışlarsa da onlarla mücadele etmek için özel gayret göstermediklerini söyler. Tam aksine, Haşhaşîler, faaliyetlerini daha rahat yürütebilmeleri için son derece müsait bir zemin hazırlayan Haçlılarla işbirliğinden kaçınmamışlardır. Yüzlerce önemli Müslüman devlet adamı hançerleyerek katleden Batınî fedaileri, yani Haşhaşîlerin suikast düzenlediği Haçlı sayısı birkaç kişiden ibarettir.
Bu ihanet, Müslümanların hafızasından asırlar boyunca hiç silinmedi.
***
Haşhaşîlerin ne kadar tehlikeli olduklarını ilk sezen, Selçuklu veziri Nizamülmülk’tü. Meşhur Siyasetname’sindeki şu cümleler, bugün yaşadıklarımıza da ışık tutmaktadır:
“Selçuk devletine ve hususiyle cihanın efendisine (Sultan Melikşah’a) yaptığım hizmetler malûmdur. Her devirde ve ülkede hükümdarlara karşı âsiler çıkmıştır. Lâkin hiçbir Rafizî mezhebi Batınîler kadar meş’ûm olamaz. Zira onların gayesi İslâmiyet’i ve bu devleti fesada vermektir; kulaklarını ve gözle rini sesin çıkmasına ve bir hadisenin zuhuruna dikmişlerdir (…) Bu sahtekârlar Müslümanlık iddiasında görünürler; lâkin hiçbir düşman Muhammed’in dini ve sultanın devleti için onlar kadar tehlikeli ve korkunç değildir. Ben öldükten sonra büyük ve mümtaz insanları kuyulara attıkları, davul sesleriyle kulakları çınlattıkları ve sırlarını açığa vurdukları zaman bu sözlerim hatırlanacak ve bu felâket gününde sultan bütün bu söylediklerimde haklı olduğumu görecektir.”
Nizamülmülk, Nihâvend yakınlarındaki bir köyde, 14 Haziran 1092 tarihinde Ebû Tâhir-i Erranî isimli bir Batınî fedaisi tarafından öldürüldü.
***
Cinayetlerini her zaman hançerle işleyen fedailer nasıl adamlardır? Bernard Lewis’in naklettiğine göre, İmparator Frederick Barbarossa’nın 1175’te Mısır ve Suriye’ye gönderdiği bir elçi, raporunda, Haşhaşîlerin müstahkem kalelerinde, küçük yaşlarından itibaren ailelerinden ayrı yetiştirmek üzere alıkoydukları köylü erkek çocuklarını barındırdıklarını yazmış. Buluğ çağından yetişkinliğe kadar aralık sız süren eğitimleri boyunca bu çocuklara pek çok yabancı dil öğretiliyormuş. İtaat ettikleri ve emirleri gözü kapalı yerine getirdikleri takdirde “tanrılar tanrısı” reis lerinin kendilerine cennetin güzelliklerini bahşedeceğini inandırılan bu çocuklar, en ufak itaatsizliğin ölümle cezalandırılacağını da biliyorlarmış. Elçi şöyle devam ediyor:
“Bu çocuklar, eğitime alındıkları andan bi rini öldürmek üzere efendilerinin huzuruna çıkana dek, ho calarından başka kimseyi ne görürler ne de sözünü işitirler. Efendilerinin huzuruna çıktıkları vakit efendi onlara, cenne te kabulün anahtarı olan emirlerine itaat edip etmeyeceklerini sorar. Çocuklar da, kendilerine öğretilenleri harfiyen ye rine getirerek, bir an bile duraksamadan, huşu içerisinde efendinin ayaklarına kapanıp, emirlerine amade oldukları cevabını verirler. Bu andan itibaren efendi, her birine altın bir hançer teslim eder ve sıradaki kurban kim ise onun üze rine gönderir.”
***
Brocardus isimli bir Alman papaz da, 1332 yılında kutsal toprakları yeniden ele geçirmek için planlar yapan Fransa kralı VI. Philip’i uyarmak için bir risale kaleme alır. Bu risalede Haşhaşîlerden özellikle sakınılmasını tavsiye eden rahip, gözlerini kan bürümüş fedailerin en masum insanları bile gözlerini kırpmadan öldürdüklerini, yaşamanın da, ölümün de umurlarında olmadığını söyledikten sonra şöyle devam eder:
“Şeytan misali, farklı farklı milletlerin ve halkların jestlerini, kılık kıyafetlerini, dillerini, âdetlerini, hal ve tavırlarını taklit ederek kendilerini iyilik melekleri olarak gösterirler; böylece, kuzu postuna bürünmüş kurt gibi, bir kez açık vermeye görsünler, sonları ölüm olur (…) Âdetlerine ya da taşıdıkları başka herhangi bir işarete bakılarak nasıl tanınacaklarını anlatamam, zira bu tür şeyler bana da başkalarına olduğu denli yabancı; kimliklerinin isimlerinden nasıl anlaşılacağını da söyleyemem, çünkü meslekleri öylesine bayağı ve herkes onlardan öylesine iğreniyor ki, hepsi kendi ismini elinden geldiğince gizli tutuyor. Benim tavsiyem odur ki, kralımız en basit bir hizmet için bile, yeri yurdu, soyu sopu, ismi cismi hakkında en ufak bir belirsizlik olan kimseyi yanına yaklaştırmasın.”
Mehmed Akif ne diyor: “Tarihi tekerrür diye tarif ediyorlar, / Hiç ibret alınsaydı tekerrür mü ederdi?”