‘Gitgide artıyor yalnızlığımız’
Karşı karşıya bulunduğumuz büyük saldırının “küresel” nitelik taşıdığı, Türkiye demokrasisine yarım ağız destek açıklamalarının çok geç yapılmasından, hiçbir liderin ülkemize geçmiş olsun ziyaretine gelmemesinden, Avrupa ve ABD basınında çıkan akıl almaz yazılardan, Körfez ülkelerinin bile “abi”lerinden korktukları için derin bir sessizliği gömülmüş olmalarından anlaşılıyor. Avrupa kamuoyu da tarihten gelen hazımsızlıklar yüzünden Türkiye aleyhine kışkırtılmaya hazır. Cahit Sıtkı’nın dediği gibi, “Gitgide artıyor yalnızlığımız!”
***
Bu sebeple, medyamız, lehimize yapılmış tek tük açıklamaları büyüterek ve -minnet duygularıyla- veriyor. Dünkü gazetelerde, Türkiye’nin demokrasi mücadelesine Elton John’dan sonra bir destek de Belçika asıllı Kanada vatandaşı Lara Fabian’dan geldiğine dair bir haber vardı. 24 Ağustos’taki konseri öncesinde sosyal medya hesabından yaptığı paylaşımda “Ruhu yaralı bu güzel ulusa küçük bir katkı” ifadesini kullanan ünlü şarkıcı, EXPO 2016 Antalya yetkililerine bunu mümkün kıldıkları için teşekkür bile etmiş.
Birçok şarkıcı darbe teşebbüsü dolayısıyla konserlerini iptal ettiklerini bildirirken, EXPO 2016 kapsamında, 9 Eylül’de bir konser verecek olan İngiliz şarkıcı Sir Elton John da “Türkiye’deki darbe girişiminin demokrasi ve özgürlük ortamını bozmaya yönelik olduğunu vurgulayarak konserini büyük bir zevkle gerçekleştireceğini” bir mektupla bildirmişti.
Bu sevinçli haberleri okurken ister istemez geçen asrın başlarında Pierre Loti’ye duyduğumuz minnettarlığı düşündüm.
Yüz yıl önce de bugün olduğu gibi yapayalnızdık; Avrupa gazetelerinde her gün çıkan ve dünya kamuoyunu aleyhimizde kışkırtan yalan haberler karşısında çaresizdik. Gerçekleri dünyaya haykırarak bizi savunan tek isim vardı: Pierre Loti.
İstanbul’da tadına vardığı Türk tarzı hayata ve Avrupa toplumlarıyla rahatça mukayese edebildiği Türk toplumunun iyiliğine ve saflığına hayran olan Loti, durup dururken Trablusgarp’a saldıran İtalyanları şiddetle eleştirmiş, sadece İtalya’nın değil, bütün Hıristiyan Avrupa’nın Müslümanları “avlanmasına izin verilen hayvanlar” gibi gördüğünü, ancak Türkiye’nin kendisine böyle davranılmasına asla izin vermeyeceğini, mağrur ve kahraman ordusuyla topraklarını sonuna kadar savunacağını haykırmıştı. Oğlu Trablusgarp’ta ölen bir İtalyan annenin sitemli mektubuna verdiği cevap çok anlamlıdır:
“En derin saygı hislerimle savaş meydanlarında can veren bir askerin annesine söylemek isterim ki, Trablusgarp’ı eğer Fransızlar almış olsalardı, onları da aynı şekilde protesto ederdim. Hatta şunu ilâve edeyim ki, böyle emperyalist bir savaşta ölen oğlum olsaydı protestom hiç şüphesiz çok daha şiddetli, çok daha isyan dolu olurdu.”
***
Balkan Harbi, Birinci Dünya Harbi ve Millî Mücadele yıllarında da Avrupa’da lehimize yükselen tek ses Loti’nin sesiydi. O tarihlerde kendilerini aşağılanmış, çaresiz ve yalnız hisseden Türk aydınları, Loti’yi bir yetim psikolojisiyle kucakladılar. Özellikle 1919 yılı sonlarında, ülkesindeki sansüre rağmen bastırıp el altından dağıttırdığı Türkiye lehindeki broşürler, işgal altındaki İstanbul’a ulaşınca çok büyük bir heyecan uyandırmıştı.
Bu fotoğraf, Türk gazeteci ve yazarlarının Pierre Loti’ye minnet duygularını ifade etmek için verdikleri bir ziyafet öncesinde çekilmiştir. Oturanların soldan ikincisi Süleyman Nazif, beşincisi Loti’dir.
Veliahd Abdülmecid Efendi himayesinde ve Abdülhak Hâmid’in fahrî başkanlığında kurulan Pierre Loti Cemiyeti, Türk aydınlarının Avrupa’da bizim haklarımızı savunan bu cesur dosta duydukları sevginin ve minnettarlığın bir ifadesidir. Devrin hemen bütün tanınmış şair ve yazarlarının üye olduğu bu cemiyetin ilk -ve muhtemelen son- işi, bir “Piyer Loti Günü” düzenlemek oldu. 23 Ocak 1920 tarihinde, Darülfünun Konferans Salonu’nda yapılan ve muhteşem bir gösteriye dönüşen bu toplantıda, eski Musul, Basra ve Bağdat valisi şair Süleyman Nazif’in yaptığı konuşma, bağımsızlık mücadelemizin hemen başında ruhları tutuşturan bir kıvılcım olmuştu.
***
Süleyman Nazif, “Pierre Loti Hitabesi” diye meşhur olan ve Malta’ya sürülmesine yol açan bu konuşmasında, Türklüğün İslâm tarihindeki rolünün çok abartıldığı yolunda bir haber yazan Times muhabirinin iddialarını eleştirirken, Osmanlı Devleti’nin Kanunî tarafından çizilen güneydoğu sınırlarının Basra vilâyetinde bittiğini ve bayrağımızın burada Birinci Dünya Harbi’nin dördüncü ayına kadar dalgalandığını hatırlatarak Şam’da dinlediği çok anlamlı bir şarkıdan söz etmiştir. Sadeleştirerek naklediyorum:
Lara Fabian
“Basra’nın düşüşünün ardından söylenmiş şarkılardan birisini iki sene evvel Şam’da dinledim. Hânendeler de, sâzendeler de Arap idiler. Neşîdeyi okur ve çalarlarken hepsinin seslerinde giryan titreyişler, gözlerinde yaşlar vardı. Şarkı ‘İmşi Basra imşi’ yani ‘Yürü Basra yürü’ diye başlıyor ve öyle bitiyordu. İlk parçasının hâtırımda kalan meali işte: ‘Yürü Basra yürü! Osmanlılar buradan gideli, ben çocuğu Şatt’a düşmüş anne gibiyim. Gözüm suda yürüyorum. Yürü Basra yürü! Onlar sana gelmezse, sen onlara yürü!”
***
Maalesef, oralara gidip düzeni (nizâm-ı âlemi) sağlayacak bir Osmanlı artık yoktu; artık pax-Ottomana’nın rüyasını görmek bile mümkün değildi. 20. yüzyılın başlarında yaşanan felâketin bir benzeri aynı coğrafyada yüz yıl sonra da yaşanıyor. Ve mazlum Suriyeliler, Nazif’in Şam’da dinlediği şarkıda söylendiği gibi bize geliyorlar, biz onlara gidemediğimiz için...
Osmanlı bakiyesi Türkiye, Ortadoğu’da nihaî hedefine varmak isteyen emperyalizmin önünde tek engel olarak görüldüğü için küresel bir saldırıyla karşı karşıyadır.
O hâlde 15 Temmuz’dan sonra sağlanan birlik ve dayanışma ruhunu asla kaybetmemek, birilerinin devlet içinde devlet kurmasına mani olmak için tarihî tecrübeden de istifade ederek devlet gibi devlet olmak ve bütün imkânlarımızı seferber ederek Pierre Loti’leri, Sir Elton John’ları, Lara Fabian’ları çoğaltmak zorundayız.