Biyografi muhabbeti
Geçenlerde Alfa’ya uğradığımda elime iki kalın kitap tutuşturdular: Biri Joseph Frank’ın “Çağının Bir Yazarı” alt başlığını taşıyan bin sayfalık Dostoyevski biyografisi, diğeri ise Rosamund Bartlet’in “Bir Rus Hayatı” alt başlığını taşıyan beş yüz otuz altı sayfalık Tolstoy’u... Everest Yayınları arasında çıkan bu iki muhteşem biyografiyi şimdi yavaş yavaş ve münavebeli olarak okuyorum. Lise yıllarında aşinalık kurduğum bu iki büyük Rus yazarını okumadan Rus toplumunu ve roman dediğimiz edebî türün önemini kavramak zordur.
Bu yazıyı yazmaya karar verince, kütüphanemde Dostoyevski ve Tolstoy hakkında romanları dışında nelerin bulunduğunu merak edip raflarda gezindim. Tespit edebildiğim en eski kitaplar André Gide’in Bertan Onaran tarafından çevrilen Dostoyevski (De Yayınları, 1965) isimli eseriyle kudretli bir romancı ve biyografi yazarı olan Romain Rolland’ın Tahsin Yücel tarafından çevrilen Tolstoy, Hayatı (Varlık Yayınları, 1969) isimli biyografisi... Roland’ın biyografisini Tolstoy’un müthiş bir pişmanlık romanı olan ve Samih Tiryakioğlu tarafından çevrilen Diriliş’ini okuduktan sonra edindiğimi hatırlıyorum. Yücel’in Türkçesini hiç sevmesem de Tolstoy hatırına tahammül ettiğim bu tercümenin yeni baskısı yakın zamanlarda başka bir yayınevi tarafından yapıldı. Aynı yıllarda -ki Batılılaşma meselesi hararetle tartışılırdı- Dostoyevski’nin iki farklı tercümesi bulunan Batı Batı Dedikleri isimli eserini de dikkatle okumuş ve tartışmıştık.
Kütüphanemde, André Suarès, Edward Hallet Carr ve büyük biyografi yazarı Henri Troyat’ın Dostoyevski isimli kitapları da var. Sırasıyla 1971, 1990 ve 2004 yıllarında Hareket, De ve İletişim Yayınları listelerinde yer almışlar.
***
Bende biyografi yazarlığı hevesi bu kitapları ve kısa bir süre önce kaybettiğimiz Orhan Okay Hoca’nın 1969 yılında Hareket Yayınları arasında çıkan Beşir Fuat. İlk Türk Pozitivist ve Natüralisti isimli eserini okuduktan sonra uyanmıştı. Tabii biyografi okur ve yazarken, insan ister istemez bu tür üzerinde düşünüyor da... John Updike’ın edebî biyografi hakkındaki bir yazısının hemen başında sorduğu şu soru, her biyografi yazarının içini kemiren kaçınılmaz bir sorudur: “Ne gerek var?” Yani filanca yazarın, şairin, bestecinin vb. ayrıntılı bir şekilde yazılmış hayatı ne işimize yarar?
Bu soruya yüzde yüz tatmin edici bir cevap verilebileceğini sanmıyorum. Esasen sıradan insanların hayatını kimse merak etmediği için biyografi yazarları her zaman tepedeki adamların, daha çok da başarılı olanların biyografilerini yazmışlardır; siyaset, sanat, edebiyat ve iş adamlarının... Çünkü kalabalıklar onların nasıl bir hayat yaşadıklarını, başarıya nasıl ulaştıklarını merak etmektedir. O halde, biyografi, insanların kendi hayatlarında karşılaştıkları soruların cevaplarını başkalarının hayatında bulmaya çalışanlar için yazılmaktadır, denilebilir. Açıkçası, her biyografi bir çeşit hayat projesi, yaşama kılavuzudur.
Biyografinin, son zamanlarda okunma oranı bakımından Avrupa ve Amerika’da neredeyse romanla atbaşı gittiği söyleniyor. Birçok yazar, ele aldıkları kişilerin bilinmedik hiçbir ânını, faş edilmedik hiçbir sırrını bırakmıyor, son derece kapsamlı biyografiler yazıyorlar. Joseph Frank’ın bin sayfalık Dostoyevski’si gibi... Bu, çok zahmetli ve sabır gerektiren bir iştir. Hayatını araştırdığınız kişinin bütün yazdıklarını ve hakkında yazılan her şeyi okuyacak, ondan geriye kalan bütün belgeleri inceleyecek, resmî kayıtları gözden geçirecek, yakınlarıyla, dostlarıyla, akrabalarıyla konuşacak ve yaşanmış bir hayatı yeni baştan taş taş inşa edeceksiniz.
***
Eski biyografi yazarları, hayatını yazmak istedikleri kişinin mahremiyetine girmez, beyninin kıvrımlarında ve ruhunun dehlizlerinde dolaşmaya kalkışmazlardı. Nerede doğdu, anası babası kimdi, çoluk çocuğu var mıydı, hangi işlere girip çıktı, hangi başarıları kazandı, hangi eserleri verdi, nerede öldü? O kadar... Modern biyografi yazarı ise hiçbir kayıt tanımaz; bir detektif gibi, sırların peşine düşer, hatta yatak odasına kadar girer; bu kadarla yetinmez, ruh dünyasını, hatta şuuraltını kurcalar; çevresiyle ilişkilerini deşifre eder. Bazen bir bilgi kırıntısı için yüzlerce kitap karıştırmayı, günlerce arşive kapanmayı, gazete ve dergi koleksiyonlarını taramayı göze alır; sorar, soruşturur, akrabalarına, dostlarına, gerektiğinde onu tanıyanları tanıyanlara, onlar vasıtasıyla belgelere ulaşmaya çalışır. Hatıra muhtelif notları, mektuplar, faturalar, kartvizitler, okuduğu kitaplar, bu kitaplardaki derkenarlar, kullandığı eşyalar, dedikodular... Her şey önemlidir.
Böyle bir araştırmaya giriştiğiniz zaman, bilinmeyen birçok gerçeğe ulaşmanız, tekrarlanıp duran yanlışları düzeltmeniz, hatta biyografisini yazdığınız kişi bir sanat ve edebiyat adamıysa, bilinmeyen eserlerini gün ışığına çıkarmanız bile mümkündür. Ciddi bir araştırma sonunda yeni bilgilere ve belgelere ulaşılarak yazılmış emek mahsulü her biyografi, “ezber bozan” yeni bilgiler ihtiva ettiği için genel tarih yazıcılarının hüküm vermelerini de kolaylaştırır. Bir şahıs hakkında sürekli tekrarlanan yanlış bilgiler ve kanaatler, ancak derinlemesine yapılan araştırmalarla düzeltilebilir. Genel tarih yazıcısı, değinmek zorunda olduğu her konuyu inceden inceye araştıramayacağı için biyografi ve monografiler büyük önem taşımaktadır.
***
Tam burada önemli bir hususu hatırlatmak isterim: Biyografi yazarları, yaşanmış bir hayatın sırlarını araştırıp ortalığa saçarken, “Yaşasaydı, bunların bilinmesini ister miydi?” sorusunu sorarak kendi vicdanlarıyla hesaplaşmak zorundadır. Yazdıklarınız asla bir öç alma, çamur atma, küçültme izlenimi uyandırmamalı, okuyucuyu kötü niyetinizin olmadığına inandıracak bir üslûbu yakalamalısınız. Biyografi yazarının amacı ne kusursuz bir put yontmak olmalı, ne de artık kendini savunma imkânı olmayan bir kişiyi yerle bir etmek, imajına zarar vermek...
***
İyi bir biyografinin nasıl olması gerektiği hakkında söylenecek çok şey var, fakat bana ayrılan yer sınırlı. Yalnız şu husus belirtmeden geçersem bu yazı çok eksik kalır: İnsan çevresiyle vardır. Çevresinden ve yaşadığı devrin şartlarından soyutlanarak anlatılan bir kişi aslında hiç yaşamamış gibidir. Hayatını yazdığınız kişiyi, yaşadığı devrin siyasî, ekonomik, sosyolojik ve kültürel şartları içinde ele almak zorundasınız. Esasen onun ilişkilerini başka türlü anlamlandırmak mümkün değildir. Bu da, modern mânâsında biyografi yazarlığının kendini aşan bir çaba olduğu anlamına gelir.