Âkif, İkbal ve Said Halim Paşa
Pazar günkü yazımda Mehmed Âkif’le adaşı Muhammed İkbal’in fikirlerini karşılaştırmış ve Âkif’in vefatının 80. yıldönümü vesilesiyle birkaç yazı daha yazmak niyetinde olduğumu ifade etmiştim.
Âkif’le İkbal arasındaki ortak noktalardan biri de, Said Halim Paşa’ya ve Cemaleddin Afgânî’ye gösterdikleri ilgidir. Âkif’in Paşa’ya büyük bir saygı duyduğu ve onun İslâmlaşmak adlı eserini Fransızcadan Türkçeye çevirdiği herkesin bildiği bir gerçek. Sebilürreşad’da yayımlanan bir makalesinde İslâmlaşmak’tan takdirle söz eden Âkif, Paşa’nın yüzlerce sayfayı dolduracak kadar geniş bir mevzuu “kemal-i maharetle otuz sayfaya sığdırdığını” söylemektedir. Bu eserde İslâm’ın kavmiyet meselesine yaklaşımı, aynı meseleye İkbal’in ve Âkif’in yaklaşımlarını da yansıtması bakımından önemlidir. Muhammed İkbal, aynı eserin Fransızcasından bir bölümü İslâm’da Dinî Tefekkürün Yeniden Teşekkülü adlı eserine aktarmıştır ki, bu bölüm, Âkif’le İkbal arasındaki fikir akrabalığını çok açık bir biçimde göstermektedir.
***
İkbal, Türkçeye Annemarie Schimmel tarafından çevrilen Câvidnâme isimli eserinde de kahramanı Zinderud ve rehberi Mevlânâ’yı Said Halim Paşa ve Cemaleddin Afgânî’nin ruhlarıyla Utarid feleğinde karşılaştırır. Bu felekte yapılan görüşmede Afgânî, vatan konusundaki görüşlerini açıklamaktadır. “Garbın tepeden tırnağa hile ve fen olan Lord’u”, yani İngiltere, Afgânî’ye göre, Müslümanları bölüp birbirine düşman etmek için onlara “vatan” fikrini empoze etmiştir.
Âkif de başlangıçta benzer düşünceleri sahip olmakla beraber, daha sonra vatan konusunda daha farklı düşünmeye başladığı İstiklâl Marşı’ndaki mısralarından açıkça anlaşılıyor. Bununla beraber Âkif’in ismini sadece altıncı Safahat’ta, yani Âsım’da zikrettiği Afgânî’den derin bir biçimde etkilendiği muhakkaktır. Sırat-ı Müstakim’de çıkan bir yazısında onun için “Şarkın yetiştirdiği fıtratların en yükseği olmasa bile en yükseklerinden biri olduğu şüphe götürmeyen merhum Cemaleddin Afgânî” diye söz eder.
***
Said Halim Paşa, Kavalalı Mehmed Ali Paşa’nın yedinci oğlu Abdülhalim Paşa’dan torunuydu. Abdülhalim Paşa, 1866 yılında Sultan Abdülaziz’in bir fermanıyla Mısır vilayetinin veraset sistemi değiştirilince valilik yolu kapandığı için İstanbul’a yerleşerek yönetimle uzlaşmayı tercih etmiş ve vezir rütbesiyle önemli görevler üstlenmişti. Oğulları Said Halim ve Abbas Halim paşalara inanılmaz büyüklükte bir maddî servetin yanı sıra sanatseverliğini de miras bırakan Abdülhaim Paşa, resim yapar, tanbur çalar ve beste yapardı; daha da önemlisi muhteşem nota koleksiyonuyla musikimizin zengin bir miras hâlinde günümüze intikalini sağlayan isimlerden biriydi.
Kahire’de doğan Said Halim ve Abbas Halim Paşalar, ilim ve sanata büyük değer veren babalarının sağladığı ortamda özel hocalardan seçkin bir eğitim almış; Arapça, Farsça, Fransızca ve İngilizce öğrendikten sonra yüksek öğrenim için İsviçre’ye gönderilmiş, beş yıl boyunca siyasî ilimler tahsil ettikten sonra Türkiye’ye dönmüşlerdi. Yusuf Akçura, prens kardeşlerin dönüşlerinde, millî seciyelerinde zaafa uğrayıp uğramadıklarını anlamak isteyen babaları tarafından ciddi bir şekilde sorguya çekildiklerini ve imtihandan başarıyla çıktıklarını söyler.
***
Devlet-i Aliyye’nin en zor yıllarında Şura-yı Devlet Başkanlığından sadrazamlığa uzanan ve Roma’da bir Ermeni komitacının tabancasından çıkan kurşunla noktalanan çok hareketli ve sancılı siyasî hayatını yaşarken, seçkin bir mütefekkir olarak bir yandan da memleket meseleleri üzerinde ciddiyetle kafa yoran Said Halim Paşa’nın bu yıllarda yazdığı eserler, Türk düşünce tarihinin 20. yüzyıl başlarındaki en parlak metinleri arasında yer alır.
Said Halim Paşa’nın Fransızca yazdığı eserlerinden ikisini (İslâmlaşmak ve İslâm’da Teşkilat-ı Siyasiye) Türkçeye kazandıran Mehmed Âkif’le ne zaman tanıştığını bilmiyorum. Buhranlarımız (1919) adı altında bir araya getirilen eserlerinden bazıları Sıratımüstakim (daha sonra Sebilürreşad) mecmuasında tefrika edilidiğine göre, bu tanışıklık muhtemelen Meşrutiyet’in ilanından hemen sonra başlamıştır.
Eşref Edib, Paşa’nın Âkif’e büyük hürmet ve muhabbet beslediğini, görüşüp sohbet ettikleri zamanların pek neşeli geçtiğini söyler. Bu görüşmeler, 1908-1914 yılları arasında gerçekleşmiş olmalıdır. Sıkıntılı savaş yıllarında bir araya gelip gelmediklerini, Âkif’in Said Halim ve kardeşi Abbas Halim Paşa’yla Malta sürgünlükleri sırasında nasıl haberleştiğini, Said Halim Paşa’nın Malta’da şehit edildiği haberini alınca neler hissettiğini de bilmiyoruz. Bildiğimiz, Said Halim Paşa’nın Malta’da yazdığı İslâm’da Teşkilât-ı Siyasiye adlı eserini Âkif’e ulaştırdığı, onun da bu eseri Ankara’da tercüme edip Sebilürreşad’da tefrika suretiyle yayımladığıdır.
***
Âkif, Said Halim Paşa’nın kardeşi Abbas Halim Paşa’yla daha sık görüşürdü. Sadece Âkif’in değil, birçok sanatçı ve ilim adamının hâmisi olan bu büyük “Mısırlı”dan iznizle Pazar günü söz etmek istiyorum.
DERKENAR
Susuzluk
Muhammed İkbal, İslâm’da Dinî Düşüncenin Yeniden Teşekkülü adlı kitabında İranlı büyük şair Urfî-i Şirazî’nin harika bir beytini zikreder. Hemen hepsi Farsça bilen Osmanlı güzidelerine mecnunca çığlıklar attıracak bu beyitte şöyle diyor Urfî: “Eğer kalbiniz seraba aldanmıyorsa, görüşünüzün keskinliği ile gururlanmayınız. Çünkü aldanmamış olmanız, susuzluğunuzun tam olmaması yüzündendir.” Bu beyti ben de şöyle Türkçeleştirdim:
Kalbiniz seraba aldanmıyorsa
Tam değil demektir susuzluğunuz
İkbal’in susuzlukla ilgili bir beytini de şöyle ifade etmeye çalışmıştım:
Sadece susayan aramaz suyu
Su da susayanı arayıp durur