Abdülmecid Efendi’nin ‘Nü’sü var mı?
Son halife Abdülmecid Efendi’nin köşkünde, İstanbul Bienali kapsamında 28 Eylül’de açılan “Kapı Çalana Açılır” isimli çağdaş sanat sergisine çıplak figürler dolayısıyla tepki gösteren bir grup, protestosunu fiilî müdahaleye dönüştürmüş. Protestonun bir vatandaşlık hakkı olduğunu, ancak bu hakkı kırıp dökme şeklinde kullanmanın yanlış olduğunu her aklı başında insan kabul eder. Ayrıca protestonun da bilgiye dayanması gerektiğini söylemeye gerek var mı?
Söz konusu sergiyi gezmeye fırsatım olmadı; bazılarının “güncel sanat” dedikleri çağdaş sanat “iş”lerini anlamak için bu “iş”lerin ne anlama geldiğini izah eden ve genellikle zor anlaşılan, hatta çok zaman anlaşılmaz metinleri okumak gerekir. İşittiğime göre, çıplaklık en “müstekreh” şekliyle teşhir ediliyormuş. Doğrusu bu teşhirin ne amaçla yapıldığını anlamadan fikir beyan etmek istemem.
Bana sorarsanız, Abdülmecid Efendi Köşkü’nü sergiye tahsis edenler, toplumun hassasiyetlerini göz önüne almalılardı. Bu köşkün “özel mülk” olduğunu biliyorum, ancak tarihî nitelik ve sembolik değer taşıyan taşıyan bir eser, “özel mülk” bile olsa, bir yönüyle kamunun malı sayılır.
***
“Halife”lerin peygamberimize vekâlet ettikleri için bu makamı hakkıyla dolduran, mütedeyyin, günah işlemekten kaçınan dinî otoriteler oldukları düşünülür. Hâlbuki hilâfet papalık gibi ruhanî değil, siyasî bir makamdır; İslâm tarihinde saltanat sistemi uygulanmaya başlandıktan sonra bu makam hep veraset yoluyla doldurulmuştur. Abdülmecid Efendi, ulema sınıfından biri, yani dinî bir otorite olduğu için değil, veliahd olduğu için halife ilan edildi. Saltanat ilga edilmemiş olsaydı, aynı zamanda padişah olacaktı.
Abdülmecid Efendi, Sultan I. Murad’dan itibaren halife unvanı benimseyen Osmanlı hanedanının bu unvanı taşıyan son temsilcisiydi ve resim yapar, Batı musikisiyle ilgilenirdi. Estetik zevki ve dünya görüşü mesela Mehmed Âkif’e değil, Tevfik Fikret’e yakındı. Onun İstanbul’a lânetler okuduğu “Sis” şiirinin muhtevasını benimsemiş olmalı ki, “Sis” isimli bir tablo yapmış ve Fikret’e hediye etmişti. Bu tablo hâlen Aşiyan Müzesi’nde sergilenmektedir.
Son tartışmalar sırasında gündeme getirilen “Avluda Kadınlar” tablosu da Abdülmecid Efendi’ye aittir.
***
“Avluda Kadınlar”ın Abdülmecid Efendi’ye ait olamayacağını yıllar önce ben iddia etmiştim, fakat “halife” unvanını taşıyan bir Osmanlı’nın “nü” resim yapmayacağı görüşünden değil, diğer resimlerindeki üslûbundan hareketle... Haremin tasvir edildiği iddia edilen söz konusu tabloda imzası yoktu. Haremin içinde büyümüş bir şehzadenin Harem’i böyle tasvir etmesinin mümkün olmadığını da düşünüyordum. Ayrıca tablo, meşhur oryantalist ressam Gustave Boulanger’nin bazı tablolarından alınan detaylar birleştirilerek vücuda getirilmiş gibi görünüyordu.
Bu konuda yazdığım yazıda “Avluda Kadınlar”ı, antik Roma’nın günlük hayatını canlandırdığı resimleriyle de tanınan Boulanger’nin “Le Harem du Palais” (Sarayda Harem), The Bathers (Yıkananlar), “The Slave Market” (Köle Pazarı) ve “A Summer Bath at Pompeii” (Pompeii’de Bir Yaz Hamamı) isimli tablolarla karşılaştırmıştım. “Avluda Kadınlar” tablosunun tam ortasında çeşmenin yanında çömelmiş kadın figürünün neredeyse aynısı “The Slave Market”’ta, geniş yapraklı ağacın bir benzeri “Le Harem du Palais”da, çiçeklerin sarıldığı sütunların benzerleri de “A Summer Bath at Pompeii”de vardır. Okuyucularımın internette rahatça ulaşabilecekleri bu tabloların üçünde, “Avluda Kadınlar”daki gibi yerde serili ve perde gibi kullanılan birbirine benzer halılar göze çarpmaktadır. Kısacası, “Avluda Kadınlar” tablosunun ressamı kim ise, muhtemelen tekniğini geliştirmek için Boulanger’nin tablolarından bazı detayları alıp bir nevi kolaj yaparak yeni bir tablo vücuda getirmiş, temrin niteliği taşıdığı için imzasını atmaya da gerek görmemişti.
***
Söz konusu yazım yayımlandıktan sonra, Dolmabahçe Sarayı’ndan değerli bir uzman, Halife Abdülmecid Efendi Kütüphanesi’ndeki bir albüme dikkatimi çekti. Meğerse son halife, yaptığı bütün resimlerin fotoğraflarını çektirerek bir albümde toplamış (Envanter 11/1244). Söz konusu albümde “Avluda Kadınlar” tablosunun fotoğrafı da vardır ve bu fotoğraf tartışmaya son noktayı koymuştur. O tarihte yönettiğim Türk Edebiyatı dergisinin Aralık 2013 tarihli 482. sayısında bu albümün kapağını ve albümdeki birkaç fotoğrafla birlikte “Avluda Kadınlar”ın fotoğrafını da yayımlamıştım.
Peki, Abdülmecid Efendi harem resimleri yapmamış mıdır? Yapmıştır! Mesela “Haremde Goethe”, “Sarayda Beethoven”, kızlarının ve Ofelya Kalfa gibi cariyelerin portreleri, bazı saraylı kadınlar... Bunların hiçbiri çıplak değil; rahmetli Sezer Tansuğ’un dediği gibi, hepsi “modernleşen saray hayatının klasik bir soyluluk içinde” yansıtıldığı resimlerdir. “Avluda Kadınlar”ı saymazsak, son halifenin tek kadın çıplağı vardır, onun da bütün anatomik özellikleri kalın bir tüle bürünmüş gibi belirsiz hâle getirilmiştir.
***
Amatörlüğü aşmış bir ressam olan Abdülmecid Efendi, öyle anlaşılıyor ki Saray koleksiyonunda “Pompeii’den İç Görünüm” isimli tablosu bulunan Boulanger’nin diğer resimlerinin de fotoğraflarını görmüş ve gençliğinde tekniğini geliştirmek amacıyla akademik üslûpta birtakım resimler yapmış, fakat imzasını attığı hiçbir resimde, yine Sezer Tansuğ’un ifadesiyle, “or yantalizmin yapay ve sahte, düzmece gerçekçilik yolunu tutmamıştır.”
NOT: Büyük sanatkâr Tanburi Necdet Yaşar’ın dün vefat ettiğini büyük bir üzüntüyle öğrendim. Kendisine Cenab-ı Hak’tan rahmet, ailesine, dostlarına ve musiki dünyamıza başsağlığı diliyorum. Gelecek yazımda onunla ilgili hatıralarımı ve düşüncelerimi anlatmaya çalışacağım.