Nural Anne beni yıkar mısın?
Akşam üzerleri tarif edilmez bir hüzün çöker yuva ve yurtların üstüne. Bu hüzün, o denli somut ve serttir ki, örse yatırıp çekiçle şekil verebileceğiniz kadar elle tutulur ve hissedilir bir şeydir. Birbirine anne baba olmaya çalışan, kendinden kaçan, kendine yürüyen, farkına varmaksızın, bir sonraki adımda yüz yüze geleceği kocaman bir hayatın egzersizlerini tekrarlayaduran yalnızlığın hüznüdür bu hüzün.
***
Hangi hayatlar tahsil edilir bu binalarda? Hangi hayatları mezun eder bu yapılar? Birbirine yapıştırarak tek bir kader haline getirmeğe çalıştığımız bu kaderleri, bu denli elde tutulamaz ve kaygan hale getiren nedir? Dışarıdaki hayat son derece güvenilmez ve bilinemezdir bu binaların sakinlerince. Çünkü geçtikleri kapılar öğretilmemiştir onlara. Hangi kapı nereye açılır bilemezler. Bu kapılar ancak ve ancak bir annenin ya da babanın bildiği ve öğretilebileceği kapılardır. Sadece, babaya duyulan güvenin; anne sütünün ve türküsünün içinde saklı olan duyguların bilebileceği ve açabileceği kapılar…
Bu satırlar bendenizden. Hikaye, kader arkadaşım, dostum Hüsnü Güneş’ten.
***
Ürgüp Çocuk Yuvası’na zaman zaman bir hanım gelirdi. Çok güzel, uzun boylu. Çok uzaklardan gelirdi, İstanbul’dan. Bütün artistler orada yaşardı, bize öyle söylerdi. Cüneyt Arkın’ı da tanıyordu, Türkan Şoray’ı da Filiz Akın’ı da. Hepimizi kucağına alır, sanki kendi çocuklarıymışız gibi severdi bizi. Kimimiz ona Nural Anne derdik, kimimiz Nural Teyze.
Avukattı Nural Teyze. Ürgüp’e geldiğinde büyük otelde kalırdı. Yuvaya her ziyarete geldiğinde bize küçük hediyeler getirirdi; kalem, silgi, defter, çikolata, gofret gibi şeyler. Her yıl mutlaka gelirdi. Yine yuvaya ziyarete geldiği bir günde herkesin elinde hediyeler, ortalık curcuna fakat bütün bu curcunanın dışında yalnız bir çocuk Kemal…
Kemal kıyıda köşede oturmuş, sessizce etrafa bakınıyor. Nural Hanım Kemal’i fark etti ve oturduğu sandalyeden kalkarak Kemal’in yanına gitti:
“Yavrum sen neden böyle oturuyorsun, bak birçok hediye getirdim, beğendiğin bir şey yok mu içinde? Kemal hala sessizce Nural Hanım’a bakıyor. Nural Hanım Kemal’i kucağına aldı ve olabilecek en şefkatli bakışlarıyla ona bakarak: “Yavrucuğum sen bunları beğenmediysen ben sana istediğin başka bir şey alayım. Ne istersin söyle anneciğine” dedi. Kemal ise Nural Hanım’a bakarak, “Nural Anne beni yıkar mısın?” deyince, Nural Hanım neye uğradığını şaşırdı ve o koskoca kadın hüngür hüngür ağlamaya başladı. Ama ne ağlamak…
***
Nural Hanım’la ben de tanıştım. Hüsnü Güneş’in anlattığı güzellikte ve incelikte.
Hikayenin üzerinden otuz yıl geçmiş olsa da Nural Hanım’ın sözleri o ilk günün heyecanını taşıyor: “İnanın hala Kemal’i düşünürüm, şimdi ne yapar, nerelerdedir der, hüzne dalarım.”
Hikayenin devamını Nural Hanım’dan dinledim.
***
“Beni yıkar mısın” cevabından sonra iki gözü iki çeşme otele gider Nural Hanım. Otele gidince yıllardır otelin müdürlüğünü yapan, Kadir İnanır’la Türkan Şoray’ın Dila Hanım filminde, Dila Hanım’ın öldürülen kocası rolünde kırmızı saçları, kırmızı sakalı ile sedyede yatan adamı oynadığı için adı artiz Saffet’e çıkan Saffet’le karşılaşır. Uzunca senelerdir Nural Hanım’ı tanıyan ve samimiyeti olan anasının gözü Saffet, Nural Hanım’ı iki gözü iki çeşme ağlar halde görünce, Nural Hanım’a koşarak: “Abla! Abla ne oldu?” diye sorar. Nural Hanım da olayı olduğu gibi anlatınca Saffet, hemen ellerini yana açarak: “Nural Abla, n’olur, beni de yıkar mısın?” der ve başlar gülmeye.
Muhabbetle geçsin Ramazanınız.