Mahcubiyet değil mağlubiyet
Modern çağın insanı tuhaf bir hayat sürüyor.
Kimsenin görmediğini düşündüğü an her şeyi yapabiliyor…
Yakalanmadığı sürece her şeyi yapabilir; gaddarlık, barbarlık, hak hukuk tanımazlık…
Modern çağın insanı tuhaf. Acımasız bir dünya kurmuş kendine. Dünyaya karşı da acımasız. Gerçekleştirmeyi düşündüğü hedefler için her şeyi araçsallaştırabiliyor.
***
Modern çağın insanı utanmıyor. Utanmanın “arkaik” bir duygu olduğunu düşünüyor. Eskiden yapıldığında insan içine çıkılamayacak eylemler şimdi “medeni cesaret” olarak sunuluyor…
Dünya kocaman bir pazar. Her şeyin alınıp satıldığı, en yüksek fiyatı verenin elinde kaldığı bir pazar… “Utanmak” bu pazarın handikabı… Utandığın an satış yapamazsın; pazarlayamazsın hiç bir şeyi. Sadece fizyolojik bir refleks olarak tanımlanıyor bu utanma/kızarma hali.
Bu durumu anlamlandırmaya, bunun adına “mahcubiyet” demeye kalkmak “ilkellik” olarak nitelendiriliyor.
Mahcubiyet mi dediniz? Eski resimlerde kalmış bir duygu o. “Yer yarılsaydı da yerin dibine girseydim o an” diyen birine rastlıyor musunuz şimdilerde? “Allah’tan korkmaz, kuldan utanmaz” cümlesini en son ne zaman işittik? “Ar damarı çatlamış” diye azarlanmıyor artık kimse. Kimsenin “Başından aşağı kaynar sular dökülmez” gayrı.
***
Modern dünyada karşılıkları yok bu sözlerin. Daha çok kazanmaya, daha çok başarılı olmaya, daha çok şan şöhrete ulaşmaya çalışan insanda mahcubiyet duygusunu aramak hayaldir artık.
Eski romanlarda, belki de siyah beyaz Yeşilçam filmlerinde rastlıyoruz mahcubiyete, muhabbete.
Şimdilerde mahcup olmamak değil, mağlup olmamak önemli…