Kutsal topraklar
Türkiye’nin bir hafızası vardır. Türkiye de bizim duygularımızın aktığı kanaldan beslenir, düşüncelerimizin ateşiyle ısınır. Bizim hafızamız, Türkiyenin de hafızasıdır. Türkiye’nin ‘yazılmış hikâyesi’ bizim hikâyemizde mündemiçtir, ‘yazılmamış hikâyesi’ ise kaderimizde saklıdır. Tarih Türkiye’de akar, tarih Türkiye’ye akar...
* * *
Biz Türklerin ‘kutsal toprakları’ vardır. Ak pak olan ‘anlamlarıyla’ kutsal topraklar. Kutsalda, toprakta tasavvurumuzun kodları saklıdır. İstanbul’un, Mekke’nin, Medine’nin, Buhara’nın varlığıyla ontolojik bir râbıtamız vardır. Varlıkları, istikametimizin işaret levhalarıdır. Kutsallar ile seçilir gidilecek istikamet. Kutsallar ile tespit edilir bulunduğumuz zaman ve yer.
Türkiye’dir, toprağının hafızası tıpkı kutsal topraklar gibi ak pak olan. Türkiye’dir, Rum elinin bir vakitler Türk kılındığı, vatan kılındığı yer. Türkiye’dir, toprağında damıtılmış bir hayatın inşâ edildiği yer. Türkiye’dir medeniyetleri kuşatan ufuk. Türkiye’dir, tarihin geri döneceği ev.
Evlerine avlulardan geçerek girilir, katmanlıdır Türkiye’nin anlamı. Edebiyatına dualar okunmuştur, çok derindir suları…
* * *
Düşüncenin, sanatın doğduğu yerler de insanın doğduğu yer olan topraktır. Topraktır, düşüncelere kendi rengini veren şey. Topraktır, düşünceyi kendine ait kılan ve aslında bundan dolayı da cihanşümûl kılan şey. Medeniyetlere ışık tutan, uygarlıkları inşâ eden, hayatlara form veren düşünceler ‘bir yerden’, bir topraktan beslenir. Medeniyetler bir topraktan yükselir ve genişler. Hayatlar bir toprakta bulur son formunu ve orada yaşarlar.
Ve şehirlerdir medeniyetlerin merkezinde olan. Şehirlerdir medeniyetlere ses olan ki ‘bir yere,’ bir toprağa raptetmişlerdir kendilerini. Şehirlerdir, asırların davalarının görüldüğü; kaybedilenin ise saklı tutulduğu yer.
Sanattır toprak kadar yerli olan ve yerli olduğu kadar da evrensel olan. Sanattır toprağın verdiğiyle rengini bulan. Sanattır duyguları yaklaştıran, öfkeleri kabartan, anlamı dolduran, günleri aydınlatan, geceleri efsunlayan, yargıları yıkan, tarihi saran... Sanattır toprakla toprağı anlamlı kılan. Ve aslında sanattır toprağa en çok muhtaç olup da topraktan en uzak sanılan...
Müziğin sesi toprağın da sesidir. Toprakla doğar, topraktan doğar, topraktan uzanır başkalarının topraklarına. Müzik tarihin bir uğrağında, hayatın akışıyla bulur melodisini. Müzik yine de yalnızca bildiği toprağa açar sesini. Bundan dolayıdır ki Balkanlar’ın neşeli sesini Balkanlar’da, Arap’ın hüzünlü sesini Arap topraklarında, Farslının derin reflekslerini Fars topraklarında, Amerika’nın eklektik sesini Amerikan topraklarında, Avrupa’nın klasik sesini orta Avrupa’da, Afrika’nın kadim ritmini Afrika’da ve Türk’ün mütevekkil sesini Türk topraklarında buluruz.
* * *
Bugün silinmiş görünenin, üzeri küllenmiş gibi görünenin endişesi bir yanıyla dramatik ve ağır gelen bir gerçektir kuşkusuz. Ancak yine de çok acıtmasın kalbinizi. Çünkü bir gün insanlar ‘modern’ uykularından uyanmak istediklerinde dönüp bakmak zorunda kalacakları ve yeniden parlatmak isteyecekleri ilk şey, sahip oldukları topraklarının tarihî anlamı olacaktır.