Kurban olduklarım
Büyük laflar ediyoruz sağa sola. İnsanlığa akıl fikir vermekten bir hâl olduk. Oysa kendimize bir şeyler söylememiz lazım evvela.
***
Geçen gün bir arkadaşıma, “Kendi hikâyemizi, kendi şiirimizi, kendi türkümüzü yazmıyoruz. Hep “Başkalarının aşkıyla başlıyor hayatımız” dedim. “Yaz o zaman, çavani gurban” dedi. Çavani, Kürtçe’de nasılsın demekmiş. Ben de “Böyleyim işte kurban” dedim.
Evet, Ebubekir Kurban’ım. Ben böyleyim.
***
Kurban olmak, yakın olmak demek. İnsanın nereye yakın olduğunu bilmesi gerekir. Ben nereye kurban olduğumu, kime kurban olduğumu bilmeliyim.
***
Kendi kurbanım olmayı seçmişim. Başkalarının kurbanı olmaktansa kendi kurbanım olmayı seçişim başkalarına ve kendime duyduğum saygıdan.
Birazcık dönüp baktığımda hikâyeme, bulunduğum ettiğim yerlerde sadece kendi türkümü söylemişim. Hep kendi bildiğimi okumuşum. Onlara değil, kendime kurban olmuşum. Bedeli oldu. Olsun. İyi etmişim.
***
Kimlere kurban olduğuma bakıyorum sonra. Gariplere kurban olmuşum, devletin unuttuklarına, devletin uzaktan sevdiklerine kurban olmuşum.
***
Şiire kurbanım bir de, Necip Fazıl diyor ya: “Ne ileri, ne geri;/ Kimlerin var haberi/ Benim sonsuz dünyamdan?” İşte o hesap kurbanım ben de şiirlere. Garip yanımız İsmet Özel’in, Karlı Bir Gece Vakti Bir Dostu Uyandırmak nam şiiri bizi hem dosta götürüyor hem karlı bir hava hakim hem de yola şiirle devam ediyorsun. Enfes güzel.
***
Her insanın içinde garip bir yol hikâyesi vardır. Başı sabır, sonu umut. Bir yoldur gelir dolanır yüreğimize. Söker içimizdeki dağları. Yol biziz, önümüzde kara elleri çocukların, yürüyoruz. Bir nefestir yol. Günler geceler boyu dolaşır, nice akşamlardan geçer yaslanırız sabahlara. Gönlümüz gök şerbetiyle yunsun diye.
Yol, gönüller gibi gök şerbetiyle güzelleşsin, kolay kılınsın. Hesapsızca saçılsın yollar. Dağlardan geçelim, geniş vadilerden, ovalardan, göklerden…
Yol kurtuluştur; bir kaçma çabası, bir kopuş, bir ürperiştir. Her halin içinde yürümek, halden hale bürünmek, yoldaş olmak gariplerin işidir.
Yolda kelimeler, garipler, gönüller var.
***
Türküler var mesela, türkülerimiz... Altun Hızma, Evlerinin Önü Yonca, Gesi Bağları... Gesi Bağları’nda üzüme dokunuyorsun, kurbanlığın üzüme oluyor. Gesi Bağları niçin ahretin tarlasıdır, anlıyoruz.
***
Türküler de yola düşürüyor insanı. Türkülerle yola devam ederken düşünmeye ihtiyaç duymuyor insan. Zaten düşünürse o “şey” artık türkü olmaktan çıkar. Tokat illerinden bir türkü var sevdiğim. Hızır elinden tutsun da bana yollasın seni. Kıvırcık Ali, Gülay yorumu ise tadından yenmez bu türkünün. Politikacılar, iktidar seviciler, para sahipleri seni bir yerlere çekerken “Durun bir dakika!” deyip Hızır’a gidiyorsun. Tam kurbanlık.
***
Bunca laftan sözden sonra geriye kağıt, kalem, vatan, Türkiye kalıyor. Yazı çiziden başka çıkar yolumuz yok zaten. Kağıt kalem daim yoldaşımız yani. Türkiye ise nasibimiz, Türkiye kaderimiz... Türkiye garipliğimizdir bizim. Yoluna kurban.
***
Bir de Sohrab Sepehri var elbet:
“Gözleri yıkamalı, başka türlü bakmalı,
Kelimeleri yıkamalı,
Kelime kendi olmalı, kelime yağmur olmalı,
Şemsiyeleri kapatmalı,
Yağmurun altına gitmeli,
Düsünceleri, anıları, yağmurun altına götürmeli.
Şehrin tüm insanlarıyla yağmurun altına gitmeli,
Dostları yağmur altında aramalı,
Aşkı yağmur altında bulmalı.”