Hızır elinden tutsun
"Nerede bir evliya kabri varsa orası Türk toprağıdır. Evliyası olmayan yerde Türk de yok demektir; eğer olsaydı mutlaka içlerinden ya bir şehit, ya bir ulu kişi çıkardı ve halkın gönüllerini kendi kabri üstünde birleştirirdi," der Erol Güngör. Ve yine bir Türk inanışına göre evliyalar şehirlerin sahibidir; bir şehri ziyaretinizde öncelikle evliya kabrini görmeli, onun duasını almalı, şehrin sahibiyle tanıştıktan sonra şehri görmelisiniz. Şehir sırlarını öyle açar size.
Biz de iki fotoğrafçı, bir hekim, bir de yazar beş arkadaş kafamızda bu fikirlerle ve muhabbetle Göynük’te Akşemsettin’i ziyarete, onun duasını almaya gittik. Bu hikâye de orada tanıştığım bir delikanlının, belki de Hızır’ın hikâyesi.
***
Göynük, Anadolu’da Türk yaşayışının, yerleşme kültürünün önemli örneklerinden biri. Mimarisini ve doğallığını korumuş. Sokakları çok güzel. Bu sokaklara göre biçimlenmiş bahçe içinde yapılar, kimi bakımlı yemyeşil, kimi tarihin akışına bırakılmış canlı, şirin, sıcak bir yaşantının güneşli güzelliğini veren evler…
Osman Bey tarafından -1292- Osmanlı topraklarına geçmiş. 1330’da Orhan Gazi’nin oğlu Gazi Süleyman Paşa Göynük’ü onararak kendi ismiyle anılan cami ve hamam yaptırmış. İstanbul’un alınışında büyük payı olan Akşemsettin hazretlerinin türbesi bu caminin avlusunda.
***
Türbede okuyup üfledik. Akşemsettin’le hasret giderdikten sonra türbeden ayrılırken sol tarafta oturan, kendi kendine fısır fısır konuşan bir genç gördüm. Göz göze geldik, “Duanız bereketli olsun.” dediğinden eminim. Ona bir süre bakınca ne kadar güzel bir suratının olduğunu kolaylıkla fark edebilirdiniz. Kalın camlı yuvarlak bir gözlüğü, hafif sakalı, bir tarafı yırtık bir çantası vardı. Bu garip adamla konuşmak istedim, içimde bastıramadığım bir his vardı. Dostlarıma birazdan onlara katılacağımı söyledikten sonra gencin yanına gittim. Ayağa kalktı, beklediğimden uzundu. Karizmatik olduğu söylenebilirdi. Sanki ikimiz de biliyorduk bu tanışmanın gerçekleşeceğini. Burada ne yaptığını sordum, yoldayım abi, dedi. Urfa’dan gelmiş Akşemsettin diyarına. Çağrıldığı yere gidiyormuş. Çağrılmak nedir? İnsan neden çağırılır? Nereye çağırılır? Yol nasıldır? Bilmiyordum. İnsan bilebilir mi peki bunları? Bunu da bilmiyordum. Fakat gencin aradığına emindim. Biraz daha muhabbet ettikten sonra numarasını almak istedim, telefonu yoktu. Şaşırmadım. Paraya ihtiyacı olup olmadığını sordum, istemedi. Kendi numaramı verdim, biraz şaşkınlık bolca hüzünle vedalaştık. Tam türbeden ayrılırken koştu geldi arkamdan, bana mektup yazmak istediğini söyledi. Çantasından çıkardığı kalemle, kâğıda hâlâ zaman zaman merak ettiğim cümleleri yazdı, vakti geldiğinde açmamı tembihledi, henüz açmadım. Vakti geldi mi bilemedim.
Aradan bolca zaman, -iki yıl gibi- onlarca çay-sigara, pek çok da kahkaha geçti. Ankara’da sıcak bir Ramazan ayında uykuyla uyanıklık arasındayken telefonum çaldı. Arayan Akşemsettin’deki yolcuydu. Şaşkınlıktan ve heyecandan kendime gelmem biraz sürse de nasıl olduğunu, nerelerde olduğunu sordum. Bolu’daymış, oradan da başka bir şehre gidecekmiş, otuz beş liraya ihtiyacı varmış, otuz da olurmuş. 2 saat isteyip kapattım, toparlanıp çözüm bulacaktım. Her gün aramaz ya Hızır adamı! Fırsatı kaçırmamak lazım. Sonra göçer kervan, kalırız dağlar başında. O ara uyuyakalmışım. 2 saat sonra yine telefonla uyandım. Son bir on dakika istedim utanarak. Fakat o on dakikayı ne siz sorun ne ben anlatayım. Bolu’da ulaşabileceğim tanıdıklar için kafa patlattım. Bulamadım. Ardından aklıma geldi! Yıllar önce şair Erdal Çakır’ın, kaybettiklerimiz için bize yol gösterdiğini söylediği bir duayı okudum. Sonrasını tahmin edersiniz, tıkır tıkır işledi zaman ve her şey. Bir arkadaşım aracılığıyla polis bir tanıdığa ulaştım, yanına gelecek olan gençten bahsettim, otuz beş lira lazımdı fakat otuz da olurdu.
Genç, polis dostumuza ulaşmış; çalıştığı yerin güvenliğinde buluşup otuz beş lirasını almış. Ayrıldıktan sonra polis arkadaşın telefonda söylediğini ise hâlâ unutamam:
Üstat senin genç de altmışlı yaşlarında amca çıktı, şaşırdım vallahi. Muhabbeti unutulacak cinsten değil. İnsanın ruhu genç olsun tabii önce, sen de haklısın!’’
Mutlu pazarlar.