‘Git vatan! Kâbe’de siyaha bürün’
Türkülerimiz, Türkçemiz, Türkiye’miz… Bunlar, bu topraklarda kendimize mahsus tarihimizin, tevekkülün, düşüncenin, tasavvurun, inancın, sanatın, yaşamın nimetleri.
Peki, Türkiyesiz bir hayat tasavvuru mümkün mü? Asla!
Çünkü insan bir şeye “bir yerden” bakar. Her yerden bir bakış hiçbir şeyi görmeyi mümkün kılmaz. “Bir yer” lazım bize, ayaklarımızı basabileceğimiz bir zemin. Bize temiz bir toprak gerekli. Bizim için Türkiye ayaklarımızı basabileceğimiz tertemiz “bir yer.”
Biz insanlığa dokunabilmek için bir yerdeyiz, Türkiye’deyiz. Bizim hafızamız bu toprakların hafızasıdır aynı zamanda. Büyüklerimizin hafızası. Bu topraklarda öğrendik; nereden başlayacağımızı, nereye gideceğimizi ve nereye varacağımızı.
Siyaset günleri gelir geçer; sahih olanla irtibat kurmanın yolu Türkiye’yi sevmekten geçer.
Türkiye derken annemizin duasını, “Ahiretin tarlası dünyayı,” yani güzel Erciyes’i kastediyorum.
Erciyes bize ayaklarımızı basacağımız yeri gösteriyor. Şefkatle sarıp sarmalıyor bu ülkenin çocuklarını.
Türkiye derken “Gesi Bağları”nı kastediyorum.
O muhteşem türküye dudak bükebiliyor mesela insanlar. “Kimseler yanmasın, anam yansın derdime,” sözü heyecanlandırmıyor onları. Annelerinin karşısına geçip uzun uzun gözlerinin içine bakmıyorlar. Uzun uzun muhabbet etmiyorlar. Annelerle, babalarla yeni ilişki formları var artık, “evrensellik” adına onları alıyoruz.
Şehirlerimiz “evrensellik” provalarının sahnelendiği yerler artık. Dualarında cennet saklı olan annelerimiz “evrensel” endişelerle incitiliyor. “Evrensellik” adına türkülerimizdeki duaların ikliminde aldığımız hava kirletiliyor.
Türkiye derken, hayat görmüş ak saçlı bir nineyi, ak sakalı ve nasihat dolu bakışlarıyla bir dedeyi, uğruna her şeyden feragat edilecek sevgiliyi, serin bir gölgeyi kastediyorum.
Türkiye derken, Türkçenin şampiyonu büyük Yunus’u kastediyorum.
Türkiye derken, Emir Sultan’ı, Abdullatif Kutsi’yi, Ulu Camii’yi, güzel Bursa’yı kastediyorum.
Hani yeşil Bursa’da bir türbe vardır, çinilerinin bir kısmı bir zamanlar söküldü de sonra yerleri çimentoyla sıvandı. Bu durum da içlerini sızlatmıyor insanların. Varsa yoksa politik orta oyunlar…
Bir de şunu söylüyorum: Kudüs’ü seven adam güzeldir ama Türkiye’yi sevmeden Filistin’i tam olarak sevebilmek, anlayabilmek mümkün değildir.
“Git vatan! Kâbe’de siyaha bürün” diyerek bu toprakların anlamına işaret eden Namık Kemal’i anlamazsan Medine’yi, Mekke’yi bile sevebilmek mümkün değildir. Bilmeden sevilmez. Çünkü ancak hakkıyla bilenler sever…