Aşkın otağı
Aşk insanın bulduğu, baş tacı yaptığıdır. Sessiz çığlıklarımız da sessiz yakarışlarımız da sükûtumuz da ondandır. Orada ateşler yakılır, şölenler yapılır, uçurtma uçuran çocuklardan, yüreği ile göğü tutan kadınlardan, dua gibi uçan kuşlardan mersiyeler yazılır. Yokluğa perde çekilir. Varlık onunla hayat bulur.
Aşkın otağı kalptir. Kalp ile harlanmış ateşlere düşer aşk; kor olur, yakar gövdemizi. Ruh yanar, gönül yanar, suda ateş yanar. Bize kalbimize bakabilmek, orada olanı görebilmek düşer. “Bir kalbiniz vardır, onu tanıyınız.”
Allah her insanda ayrı ayrı tecelli eder. Her insanın mizacı, bir diğerinden farklıdır. Yağmur taneleri, kar taneleri birbirine değmeden nasıl düşerse toprağa, her bir insan da ayrı ve emsalsiz bir fıtratla iner yeryüzüne; ve öylece yükselir Rabbine. Tıpkı aşk için toprakla buluşan kar taneleri gibi kâh iner yeryüzüne, kâh çıkar gökyüzüne.
Allah’ın bizlere sunduğu bir çekim alanı var. Her insan kendisiyle en yakın fıtrattaki bir başka varlığa yönelir. Kalplere ve fıtrata yansıyan tecelli onları birbirine yakınlaştırır. Sonra tecellileri birbirine yakın iki varlığın muhabbetine şahitlik ederiz, aşkın da dostluğun da gözümüzün önünden geçmekte olduğunu görürüz. Bir çekim alanı varsa uzak veya yakın olmasının önemi yoktur. Asıl olan, tecellilerin birbirine yakın olup olmadığıdır.
Ebedi âleme açılan bir rüyanın ortasındadır insan. Aşka tutunur, kalbine sığınır, fıtratın farzından geçer…
Mutlu pazarlar.