Gece Geyik Yavrusu Emziren Çamaşırcı Anası

Bir eğitim öğretim döneminin sonuna yaklaştık. Her son bir yılı gözden geçirmeyi beraberinde getiriyor.

Eleştiriler, öz eleştiriler, yapamadıklarımız, iyi ki dediklerimiz, elediklerimiz, kalsaydı iyiydiler, yeni kaynaklar, olmazsa olmaz kitaplar, gereksiz hazırlanmış kitapların çöp olması, aradığım buydu dediklerimiz, seyrettiklerimiz, yazıp çizip yırttıklarımız, kağıtlar, kalemler, silgi tozları, yerinde duramayan gençlere anca dayanan masaların sertliği, sıralara gına getiren ele avuca sığmaz şımarıklıklar, tahtanın binlerce kez karalanıp yeniden sunuma hazır hale gelişi, güneşin her sabah üşenmeden herkesin içine aydınlık düşürmesi, koridorların bir sanat galerisi gibi her öğrenciyi teneffüslerde barındırması, bağrışlar, kahkahalar, sinirler, gülüşmeler, koşmalar, düşüp düşüp kalkmalar, kararlılıklar, pes etmeler … ve hepsinde bir orkestra şefi gibi sahneyi yeniden yöneten muallimler.

Nihayetinde nedir maarifinizin durumu sorusuna herkes kendi zaviyesinde; yaşadıklarından, gördüklerinden, okuduklarından cümleler düşer.

Son söylenecek sözü başta söyleyeni dokuz köyden kovarlar. Ben bu kovulmayı göze alarak söyleyeceğim:

Kendi kaderine terk edilmiş devlet okullarının boşvermiş öğrencileri.

Müşteri velinimetimizdir mantığıyla şımartılmış özel okul öğrencileri.

Ekonomik sorunlar ile mücadele eden, boşvermiş ve şımarık öğrencilerin sorumluluklarını sırtında taşıyan öğretmenler. İki yük altında kamburlaştıkça kamburlaşan irfan orduları.

Bir elin beş parmağını geçmeyen eğitimin niteliğinden bırakın taviz vermeyi dijital dünya ile şımartılıp şımartılıp her sabah sınıflara salınan öğrencilere, velilere rağmen maarifin hayat çitasını yüksek tutmayı şiar edinen okullar, öğretmenler.

Şair Ece Ayhan’ın mısralarıyla mealen söyleyecek olursak “Küçük zabit okullarında

her çocuğun kalbinde var olan kendinden büyük bir çocuğu besleyen irfan ordularıdır.” Devlet derslerine, müfredata, ilgisiz ebeveyne, öğrenciye sermaye gözüyle bakan liberallere rağmen onlar maarifin gereğini yerine getirenlerdir.

Özel okul öğrencilerinde gördüğüm; salgın döneminde mahkumlardan daha az güneş görmenin ve eve kapanmanın da etkisiyle kontrolsüz güç haline gelmiş şımardıkça şımarmış öğrenciler.

Derse giren öğretmenden oturduğu sıraya, kullandığı kaleme, sırtladığı çantaya, yediği yemeğe kadar kadir kıymet bilmez bir öğrenci gürûhu. Dijital dünyada verileni sorgusuz sualsiz doğru kabul edip gerçek hayat ile zıtlaşan dijital dünya verileri talimatıyla hareket ederek kendisini ve çevreyi yıpratıyor. Her an her şeyi her yerde kimseden izin alma nezaketi duymadan konuşan bir patavatsızlık.

Kendini her şeyin öznesi görüp her şeyi kendi merkezinde istediği gibi kullanabileceği rahatlığı. Bazıları böyle olduğunun farkında dahi değiller. Hayatlarında “hayır” ile red edilmediklerinden patavatsızlıkta sınır tanımıyorlar. Tek beslendikleri kaynak eleştiri güçlerini dahi kendilerinden alan sosyal medya.

Öğretmen arkadaşlar duruma müdahale etmekte yetersiz kalıyor. Bazı özel okulların müşteri velinimetimizdir mantığı öğretmeni öğrenciye karşı eziyor.

Bunların içinde azda olsa bir öğrenci grubu; yüzlerinde tebessümü, dillerinde teşekkürü, kalplerinde vefayı eksiltmiyor. Her şeyin değerli olduğunun farkındalar. Doğru ailelerin rehberliği eşliğinde hayat okuma kılavuzuna riayet ile okuldaki öğretmenlere iyi ki dedirtiyorlar.

Devlet okullarında kapıdan içeri adımını atar atmaz gözümüze ilişen, motivasyon eksikliği. Heyecan yoksunluğu. Bıkmışlık. Yorgunluk. Dağınıklık. Okulda ince şeyler düşünmenin hor görülmesi. Hem öğrencilerde hem öğretmenlerde iyi ki sene sonu geldi de kurtulduk hali. Okullar, öğrencilere gelecek güveni vermiyor. Notun yüksek ya da düşük olması da kendisini pek motive etmiyor. Vücut not narkozuna karşı bağışıklık kazanmış. Son sınıfa gelince nasıl olsa üniversiteye hazırlayan kursa veya özel okula gider bür üniversite kazanırım rahatlığı. Politize olmuş, her şeye itirazı olan ve durup düşünme becerisi elinden alınmış zavallılığı. Okul sadece üniversite kazanmak için birkaç yıl beklenilen atıl bir oyalanma alanı haline dönüşmüş, dönüşüyor.

Ortaokullarda da proje okullarını kazanma ümidi olan çok sınırlı bir öğrenci dışında adrese dayalı okula şimdiden gitmeyi kabullenmiş ekseriyeti.

Asıl yıpranma öğretmenlerde. Eğitim yüküne ek ekonomik yıpranma da eklenince öğretmen arkadaşlarda motivasyon sıfır. Özel okulların çoğunda da öğretmenlerin aldığı maaşlar devletin gerisinde. Ben yazıyı yazarken İrfan Erdoğan Bey’in paylaştığı tweet dikkatimi çekti: “Özel öğretim kurumlarındaki öğretmen maaşlarının devlet okullarındakilerden düşük olması önümüzdeki ayların çok kritik bir problemi olacaktır.”

Ekonomik sorunlarla cebelleşen öğretmenin derste hiçbir şey yokmuş gibi davranıp sınıf sahnesinde rolünü üstlenmesi ne kadar mümkün. Belirsizliğin daha ne kadar süreceği muamması öğretmen camiasının hayat damarlarını her geçen gün zayıflatıyor.

Peki çözüm ne diye soracak olursak? Çözümün ilki eğitimin öznesi öğretmeni diri ve dinç tutmak.

Dijital ve sosyal medya kullanım derslerinin ilkokuldan itibaren okutulması. Okullarda bunun ilgili öğrencilere sık sık seminerler verilmesi.

Ebeveynler bu ülkede en ihmal edilen eğitimin arka bahçesi. Onlar, her gece gizli bir geyik

yavrusunu emzirir gibi aileyi besleyen toplumun bel kemiği.

En çok onları beslemeliyiz ama nasıl?

YORUMLAR (9)
YORUM YAZ
UYARI: Hakaret, küfür, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış, Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır. (!) işaretine tıklayarak yorumla ilgili şikayetinizi editöre bildirebilirsiniz.
9 Yorum