Dağ köylerinde hikaye aramak

Bingöl’deyiz. Güneş tepemizde. Karasal iklimin güneşi içinde daimi bir serinlik var. Saat kaç olursa olsun sıcaklığın içinde serinlik ve serinliğin getirdiği bir esinti. Esinti yüzümüzü yalarken esinti hikayesini de zihnimizde canlandırıyor: Gevenin, kengerin dikenlerine bana bana bozkırın saçlarını tarayarak ağacın dağın vadinin içinden gelip insanın yüzüne hepsini birden anımsatan hissettiren bir efillik.

İnsana şükür dedirten bir temmuz serinliği.

Şunu da ekleyeyim, karasal iklimde her ağacın kendine has bir rüzgarı vardır. Gölgesinde barındıranı serinletmeden salmayan bir cömertliğe sahiptir.

Güneşin tepemizde durduğu saatlerde dağ köylerinin yolunu tutuyoruz. Anahtarı çevirdiğimde Alman motoru yol almak için homurdanıyor. Alman malı motorlar keçi gibidirler. Dağda, vadide bana mısın demeden yolcularını hedefe taşımaya odaklanır.

İnsan doğada arabanın, motorun, sentetik olan her şeyin ayrıntısını daha bir görür. Ya da sanayi insana kendini anımsatır. Doğa ile farkını insana hissettirir.

Dağ köylerine rotayı tutuyoruz. Rakımı yüksek köyler var hedefimizde. Derelerden, vadilerden, virajlı yollardan Alman motorunun homurtusunu pek hissetmeden ilerliyoruz.

Yeşilova tabelalı köye varıyoruz. Bölgede her köyün iki ismi var. 12 Eylül darbesinden sonra verilen isimler, birde geçmişten gelen Kürtçe isimler.

Yeşilova köyünde durmaya karar verdik.

Köyü ikiye bölen asfalt yol. Sağda toplu evler, sol tarafta ise köyün dağınık duran diğer evleri. Dağınık her evin önünde bir kucaklık bahçe. Evi bahçeyi bahçe evi tamamlıyor. Amacımız, taş yapılı eski bir eve tanrı misafiri olmak.

Uzaktan bir taş evi hedefimize alıyoruz.

Ana yoldan direksiyonu taş eve doğru kırıyoruz. Toprak yoldan 500 metre sola sapıp taş evin önünde arabanın stop düğmesine basıyorum.

Homurdanan motorun sesi kesiliyor. Kapıda oturan ev sahibi hanım, biz arabada inmeden kalkıp beyaz yazmasını düzelterek bize doğru hoş geldiniz ile ilerliyor. Yüzünde tebessümün kar beyaz rengi.

Arabadan iniyoruz. Selamlaşıyoruz.

Hanımefendi yüzündeki tebessüm hattını arttırarak selamıza karşılık buyur ile bizi evine davet ediyor.

Bizim kadim kültürümüzde ev ziyaretlerine boş gidilmez ilkesine intisap edip beldeden aldığımız erzakları gülümseyen hoş geldiniz ve davet sesinin yanına bırakıyoruz.

Kapının önünde kurulu masaya sandalyeleri çekip oturuyoruz.

Ev sahibi, dışarda sinek olur; içeri buyuran ısrarına rağmen “Ablacığım burası serin çayını içip gideceğiz.” cevabıyla dışarda oturuyoruz.

Sözümüz bitmeden 18 yaşında bir delikanlı buz gibi soğuk suyu masaya bırakıyor. Cam sürahinin içinden serinliğini hissettiğimiz suyu lıkır lıkır içiyoruz. Suda suymuş ha. İç içebildiğin kadar. Bana mısın demiyor. Serinliğiyle yumuşak içimiyle ferahlatıyor bizi.

Masadan başımı kaldırıyorum. Başımın üstünde sarkan erik dalları. Az ötede henüz güneşin sarartmadığı kayısı ağacı. Sol yanında birkaç kök elma ağacı. Ağaçların arasında çiçeğe duran salatalık, biber, domates, patlıcan. Sırığa sarılmış fasulyeler. Bostanının içine serpiştirilmiş mısır filizleri. Bir köşede dip tutmaya duran patates filizleri.

Ve hepsine kapı aralayan taş evin zamana direnen hali. Dövüve dövüle şekle giren kara taşın yorgunluğunu duvarda görmek mümkün.

Modern hayata, şehir evlerinin köyde hayat bulup ihtişam sergilediği zamana daha ne kadar direneceğim mesajını veriyor bize.

Mustafa Kutlu’nun kanaat ekonomisi zihnimde beliriyor. Erik, kayısı, elma, bostan hepsi de eve yetecek kadar. Ticari amaç yok. Ev ahalisinin göz hakkını karşılayacak kadarı İle sınırlı.

Ben bunları düşünürken delikanlı masaya çay bardaklarını bırakıyor. Peşinden kocaman bir demlik geliyor. Delikanlı çayları doldururken evdeki hareketlilik dikkatimi çekiyor.

İlkokul yıllarıma kadar köyde yaşayan biri olarak bu hareketliliğin ne anlama geldiğini tahmin ediyorum. Tahminimin sağlamasını yapmak amacıyla ev sahibine yöneliyorum.

Ablacığım bu telaş hareketlilik ne hayrola minvalinde soruyorum.

Ev sahibi, yemek hazırlaması için görümceme haber saldım diyor. Tahmin ettiğim gibi yemek hazırlığı telaşına müdahale ediyoruz. Ablacığım biz çay içmeye geldik. Açlığımız yok. Yemek yemeyeceğiz. Israrına yenik düşürüyoruz ev sahibimizi.

Buyurun oturun hiçbir zahmete gerek yok çay kafi. Ev sahibi de masada yerini alıyor.

Çay dolduran delikanlı İle sohbetin kapısını aralıyoruz. Adı Gökhan. Ortaokul mezunu. Liseyi açıköğretimden devam ediyor.

Okulu ve okumayı sevmediğini söylüyor.

Gökhan çayları tazeliyor durmadan kimimiz bahçeye, kimimiz köye, kimimiz ev sahibiyle sohbete yöneliyor. Benim gözüm, sözüm gençler ile sohbette.

Yemek hazırlamaması için ikna etsek de yemek yapmaya gelen genç kız ile devam ediyorum sohbeti. Adının Dilek olduğunu söylüyor.

Yirmili yaşlarında. Okul okuyup okumadığını soruyorum. Ortaokul mezunu olduğunu söylüyor. Akabinde okumayı ve okulu sevmediğini konuşmaya ekliyor .

Ev sahibi hanım, altı çocuğunun olduğunu ikisini dişinden tırnağından biriktirdikleriyle okuttuklarını söylüyor. Ancak diyor ikisine de görev vermediler. Bingöl’de marketlerde kasiyerlik yapıyorlar. Sözünde okutmanın ve sonuç almamanın hayal kırıklığı.

Son yıllarda devletin okul okumayı teşvik edip sonucunda gençlerin yıllarca okulda okuyup diploma dışında bir mesleğe bir işe sahip olmamaları insaları okul okumanın gerekliliği konusunda sukutu hayale uğrattığını köy gençleriyle konuştuğumda öğreniyorum.

Neden okuyalım, okuyup da ne olacak ki, benzeri boşlukta sorular.

Okulun, eğitimin, müfredatın tanımı yeninden yapılmalı, vurgusu özellikle salgın döneminde çok dillendirilirdi, dillendiriliyor.

İhtiyaca binaen okul her insana, iklime, toprağa, suya, dağa, vadiye, havaya… aynı şeyleri söylemekte sınıfta kaldı.

Bunu gezip dolaştığım her gencin hayatında dokunuşumda görüyorum.

Her ekosisteme o ekosistemin kültür ve ekonomisine uygun bir beyaz sayfa açmanın ne kadar elzem olduğunu bölgenin “karaşın” çocuklarının gözlerinde okuyorum.

“İnsanın kendini var etmesi için önce kendine ait hissettiği değerlerin sularında yıkanması lazım.” diyor Eva Meijer “Dilimin Sınırları” kitabında.

YORUMLAR (3)
YORUM YAZ
UYARI: Hakaret, küfür, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış, Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır. (!) işaretine tıklayarak yorumla ilgili şikayetinizi editöre bildirebilirsiniz.
3 Yorum