Çocukluğundan dışarı çıkarılanlar
Türkiye’de çocuk, kaybolmuş bir sevgi gibi herkesin aradığı ancak burnunun dibindekini kimsenin görmek istemediği bir ortada olma hali. Türkiye’de çocuk kendisi değildir. Herkes kendi doğrusunu dayattığı masumiyettir.
Büyüklere saygıdan yola çıkarak çocuklarını büyüklerin yanında kucağına alıp sevmeyen bir nesil yanlış geleneğe kurban edildi.
Çocuğa sevgini fazla gösterirsen çocuk şımarır. İlerde söz geçiremezsin. Sevgini içinde yaşa. Bir nesil de sevgilerini içinde tutup çocuğu sevgi pınarından mahrum bıraka bıraka mahvedildi.
Benim çocuğum hık demiş burnumdan düşmüş gibi olmalı. Kendisini sütten çıkmış ak kaşık zannedip kendisi gibi bir çocuk yetiştirme megalomanlığına tutuna tutuna bür nesil de böyle heba edildi.
Aman çocuktur büyüyünce öğrenir diye diye evlenene kadar koruma kaleleri içinde kendi irade eklemlerini kullanmasına izin verilmeden çocuk adına yemek, oyuncak, elbise, okul, arkadaş hatta eş seçen korumacılığın kör karanlık kuyularında bir nesil de böyle yok edildi.
Benim çocuğum bir tanedir diye diye çocuğun bir dediğini ikiletmeden hayırı olmazı itirazı görmeden irade eklemi oluşmayan nir nesilde şımarıklığa ve narsizme kurban verildi.
Yanlış yola bırakılan çocuktan doğruyu bulması istendi. Bulamayınca öz güveni eleştirile eleştirlile hallaç pamuğuna dönüştürüldü. Doğrusu olmayan yanlış yollarda heba edildi bir nesil de.
Bir nesil de Rus fizyolog Ivan Pavlov’un hayvanlara uyguladığı ödüllendirme ve cezalandırma koşuluyla tutarsızlaştırıldı. Doğru ve yanlışın ete ve ota dönüştürüldüğü bir yetişme tarzıyla da bir nesil kaybedildi.
Sonra çocuklar okula alındı. Sıralara yerleştirildi. Başına öğretmen dikildi. Çocuklar çağdaşlık adına Kemalizme, cehennem ateşinden koruma adına dine, yurt millet sevgisi aşılama adına vatana kurban verildi. Okulda çocuklar ideolojilerin yükü altında hem ezdirildi hem de ötekileştirildi.
Türkiye’de çocuk olmak hep zordu. Aynı zorluk mevcudiyetini koruyor.
Bu yazdıklarımı burada bekletip başka bir dünyanın çocuklarına kalem tutmak istiyorum.
Geçtiğimiz hafta İskandinav ülkelerini gezip görmeye, inceleyip tanımaya gittik.
İskandinav ülkelerin abisi, İsveç’ten başlayıp Norveç, Danimarka ve Finlandiya’ya uzandık.
Bu ülkelerde dikkatimi çeken ilk şey: Çocuklara verilen değer. Nefes alınıp verilen ve insanın olduğu her yer çocukların önceliğine göre tasarlanmış: Şehirler, caddeler, sokaklar, kütüphaneler, müzeler, AVM’ler, kaldırımlar, trafik ışıkları, banklar…
Finlandiya ve Baltık ülkelerindeki eğitim başarısı eğitim sistemleri ve okul ile sınırlı değil.
Çocuğun doğup büyüdüğü aile, yaşadığı şehir,
Aileden aldığı değerler, toplumun çocuğa yaklaşımı, devletin verdiği maddi desteğin aile ve çocukta oluşturduğu öz güven ve yazların kısa kışların uzun sürdüğü bu ülkelerde tüm kapalı alanlar çocukların yedi yirmi dört vakit geçirip oynayacakları alanlar.
Kütüphanelerin her katında her yaş çocuğun uyuyabileceği, oyun oynayıp eğlenebileceği alanlar mevcut. Çocuk oyun alanları çocukların psikolojilerine uygun mimar, psikolog ve tasarımcıların kafa kafaya verip çocukların hayranlıkla oyun oynayabilecekleri şekilde yapılmış. Çocuklar kütüphane ve müzelerde sosyalleşiyor. Müze ve kütüphanelerde uyuyan, oynayan, eğlenen, lay lay lom vakit geçiren, ders çalışanları gören, araştırma yapanları gözlemleyen bir ortamda büyüyen bir çocuğun nasıl bir kişiliğe sahip olduğunu varın hep birlikte tahmin edelim.
Çocuk el bebek gül bebek büyütülmüyor. Yaş aralığına uygun sorumluluk ile büyümesine zemin hazırlanılıyor. Üç yaşında bir çocuk kırmızı ışıkta karşıdan karşıya geçerken anne babasının arkasında pazar arabasını peşinde sürükleye sürükleye geçtiğini görmek sıradan bir durum. Anne baba arkasına bakmıyor, çocuğun başına bir şey gelir kaygısı taşımıyor. Üç yaşındaki çocuklarına verdikleri sorumluluğun yerine getirileceğinden eminler.
Şehirler, parklar, kütüphaneler, müzeler, sokak ışıkları, kaldırımlar … çocukların duyarlılığı göz önünde tutularak kurulmuş.
Camilerimize çocukları salmak yerine çocukların camilerde oyun oynayabilecekleri alanlar oluşturamadık. AVM’lerde çocuklara homini gırtlak yedirmek yerine çocukların oyun oynayıp sosyalleşecekleri alanları zorunlu hale getiremdik. Müzeleri büyüklerin gezip dolaşacakları şekilde tasarlamak yerine müzenin gerçek sahiplerinin çocuklar olduğu duyarlılığıyla müzeleri çocukların da gezip görüp oynayacakları alanlara dönüştüremedik.
Hasılı çocuk görmemiş göz, koklamamış burun, öpmemiş dudak, görmemiş omuz, konmamış boyun, alınmamış kucak, girmemiş cami, gezmemiş müze, oynamamış kütüphane, oturmamış sandalye, düşmemiş park, bağrına basmamış insan, ayağı değmemiş kaldırım, karşılamamış ışık, çocuğa ağlamamış göz, şefkat göstermemiş yürek varlık bulmamış demektir.
Ölümsüz ağaçlar dikemiyoruz dünyaya bari çocukların som altından hayaller kurabileceği bir ülke tasarlayalım onlar için. Arkası sonra gelir.