Çay Baki

Kahvehane veya kıraathane ikisi de bize has bizim toplumumuzun sosyalleşme mekanlarıdır.
Mahalle içindeki kahvehaneler erkeklerin iş ev arasındaki sıkışmışlıktan kaçıp sığındığı mekanlardır. Kıraathaneler, Osmanlı Tarihçi Peçevi’ye göre okur yazar kişilerin kitap ve güzel yazılar okuduğu, tavla veya satrançın oynandığı mekanlardır.

Üstad Sezai Karakoç’un anılarından bahsettiği ve kendisinin de ikinci evi yazıhanesi olarak gördüğü Marmara Kıraathanesi son dönemlerin en bilinenlerindendir. Birçok doktora tezine konu olmuş ve zamanında yolu düşenlere de akademi görevi yapmıştır.

Şimdilerde trend kafeler. Eskiden nadir görülen kafeler, dijital dünyayla beraber her kesimden, yaştan insanların buluşma mekanları oldu.

Benim de uğradığım ve olmazsa olmazlarımdan biri olan çay, kahve, kitap bazen de tütünlü içecekler ile vakit geçirdiğim mekanlar var.

Üsküdar’a uğradıysam kitapçıları ve sahafları dolaştıktan sonra Çay Baki’yi mekan edinirim.
Uzun süredir sabah erkenden gidip ilk çayına talip oluyorum. Çay Baki cafeler arasında kalmış, yüksek sesli müziğin bangırtısına maruz kalan nezih bir çayevi. Çay Baki’de sırtımı Valide Camii’nin bahçe duvarına yaslıyorum. Bu sokak ve mekanı Bosna’da 16. yüzyıldan kalma Gazi Hüsrev Bey Camisi’ne paralel sokağa benzetiyorum. Bir gece o sokaktaki bir kafede sabahlamıştım. Bu sokağın da orayla denk bir havası var.

Sırtımı Valide Camii’nin bahçe duvarına yaslayıp Çay Baki’nin küçük iskemle ve masalarına kurulunca Çay Baki’yle aramızda kalan şirin sokakta sabah mahmurluğuyla geçen insanlar. Sabahları bazen gelip geçenlerin yüzlerine bakıp kendimce yüz okumaları yapıyorum. Onları, Ahmet Hamdi Tanpınar ve Orhan Pamuk roman karakterlerine benzetiyorum. Arafta yaşayanlar. Kimileri geceden kalma rüyaların etkisinde kimileri de artık gecenin defterini kapatıp güne sarılma gayretinde. Adımlar ağır, koşuşturma yok. İki sokak ötede yerin altına girip çıkan Maramaray yolcularının koşuşturmasının esamesi yok onlarda da bu sokakta da. Burası vakur insanlar sokağı. Sağa sola bakıp çayevinde duranlar, küçük masalardan birine sabah nevalesini bırakıp iskemleye kuruluyor. Baki’nin şifa kokulu çayına daha yönelmeden Baki bu, yılların çaycısı. Gelenin halinden çayı şekerli mi şekersiz mi demli mi açık mı istediğini anlar. Halden de anlayan biri. Gençlere babacan edasıyla kızımlı oğlumlu merhametiyle hitap eder. Yeter ki huysuzluğu tutmasın. Geçenlerde böyle bir haline şahit oldum. İstanbul’a gelen Diyarbakır’dan bir arkadaşım sabah erkenden mesaj atıp benimle görüşmek istediğini yazdı. Tevafuk bu ya Çay Baki’deydim mesaj geldiğinde. Beşiktaş’tan gelip sokağı görünce “ne güzel ortam.” beğenisiyle oturdu iskemleye. Hasret giderme, sohbet esnasında birkaç çay ile daha da ısındı sokağa. İçilecek başka bir şey var mı, deyince Çay Baki’nin elma çayı güzel dedim.

Bu arada Çay Baki’de küresel gazlı içecekler satılmıyor. Siyah çay, elma çayı, sade Niğde gazozu, Beyoğlu’nun zencefilli ve reyhanlı gazozu dışında paketlenmiş süslü zehirlerin hiçbiri de bulunmaz. Çay fiyatları da Unculara göre makul esnaf fiyatında.

Elma çayı faslına geçtik. Çay Baki’nin elma çayı da elma çayı hani. Elma tanecikleri kaynamış suyun üstünde fıkır fıkır. Kokusu da cabası. Arkadaşım hayran kaldı elma çayına. Birkaç bardak içtikten sonra Baki Bey’e “Siz elma çayını nasıl hazırlıyorsunuz?” sorma gafletine ben müdahale etmeden Baki Bey “Sana ne? Tarifini kimseye vermem.” eylül sıcağına soğuk rüzgarlar karıştı. Konuğum “Size tadına tad katacak bir sır verecektim.” demesiyle Baki’nin “senden sır isteyen mi var?” sözü suratında patladı.
Kolay mı gün boyu ayakta olup eşref-i mahlukat kalmak. İnsanın zıddıyla kaim olduğunun en somut halini LEON filminde izlemiştim.

Leon filmini bilmeyeniniz yoktur. Kiralık katil Leon (Jean Reno) kimsesiz kalmış 12 yaşındaki Mathilda'ya (Natalie Portman) kol kanat gerip onu koruyor.

Huysuzluk her insana yakışmaz lakin insanın zıddıyla kaim olduğu anda huysuzluğun da hoş bir yanı olur insanda. Baki Bey’de de öyle.

Baki Bey arı gibidir. Boş durmaz. Elinde uzun saplı süpürgesi ve faraşıyla mekanının önüne ağzından düşen sigara dumanı dışında toz kondurmaz. Bazen sigarasını ağzında unuttuğunu sanırım. Sadece dükkanının önünü değil komşu dükkanların önlerini de temizler. Süpürgeyi bırakınca eline bezini alır. Masalar tertemiz. Bir babanın çocuğunu yıkayıp duruladığı gibi bardaklarını yıkayıp duruladıktan sonra havluyla kurular. Pırıl pırıl parlamadan bardaklara çay koymayı içine sindirmez.

Yan kafeler pop ve Batı tarzı yüksek sesli müzik çalarken Çay Baki’de kimseyi rahatsız etmeyen nağmeli müzik olur. TRTMÜZİK’ten yükselen halk türkülerinin nağmesi sokağı doldurur: Allı turna yükselir, gönül dağı dağlanır, derin derin sulara dalınır, allı gelin suya gider, pınar başından bulanır, çayır çemen geze geze… Hasılı türküler vakur sokakta Çay Baki’den yükselen nağmelerle düğünü bayramı yası sevdayı buluşturur.

Çay Baki’nin hep sabah hallerini yaşıyorum. Sabahları kitabımı açıp altını karalaya karalaya sıcak çaylar eşliğinde okuyorum. Sonbaharın serin hali halen dışarda oturmamıza müsaade ediyor. Bu durum ne zamana kadar sürer bilemem. Lakin havalar soğumadan sabahları yolunuz düşerse çaya bekleriz.

YORUMLAR
YORUM YAZ
UYARI: Hakaret, küfür, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış, Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır. (!) işaretine tıklayarak yorumla ilgili şikayetinizi editöre bildirebilirsiniz.